Üç Fay Kırığı Bir Aşk
Mehmet Eroğlu’nun ‘Fay Kırığı’ üçlemesinin ikincisi ‘Emine’ Agora yayınları tarafından yayınlandı. Eroğlu, üçlemenin ilkinde Mehmet karakteri üzerinden Türkiye’nin toplumsal çelişkilerinin sınırlarını kendi hikayeleriyle adım adım gezdiriyor okuru. Laik-Müslüman, Türk-Kürt ve sınıf farklılıklarının yarattığı çatışmaları romanının ana kurguları olarak belirleyen Eroğlu, bu çatışmaların insanda yarattığı etkilere de ayna tutuyor. İnanç karşısında insan vicdanını, aşkın karşısında ideolojik propagandayı koyarak, tuzbuz olmuş bir aynaya bakan insanı gösteriyor.
Üçlemenin son kitabı ‘Rojin’ için hazırlıklarını sürdüren Eroğlu, bu romanları için ‘Zenginlik ve yoksulluk, ikincisi; laik-müslüman dediğimiz ayrışmalar, üçüncüsü de yaklaşık 1985’ten buyana süren Kürt-Türk çatışmaları. Bu üç derin çatlak bütün gündemimize hakim oluyor. belli bir dönemi anlatmak, bu dönemle ilgili tespitleri anlatmak, farkındalıkları arttırmak amacını güdünce böyle bir üçleme ortaya çıktı’ diyor. Eroğlu ile ‘Fay Kırığı-Emine’ romanını ve Türkiye’nin çatlaklıklarını konuştuk.
Sevda Aydın – Kitabınızda 90’lı yıllarda yaşanan ve bugün birçokları tarafından ‘ya nasıl oldu bu değişim Türkiye’de’ dediği bir dönemi anlatıyor. Laik kesimin elinden alınan bir iktidar, sermayenin tam anlamıyla yüz değiştirmesi, günlük yaşamdaki bir çok temanın toplumsal algılanışındaki değişiklikler vb. bütün bunları anlatma derdiniz nasıl oluştu? Mehmet Eroğlu – Roman anlayışımın odağında insan ve insanlık hallerini anlatmaya çalıştım. Ancak bunu yaparken insanı izole bir varlık gibi almayıp, toplumun içinde yaşadığı dünyada, coğrafyada toplumsal bir kaneviçeye birlikte yansıtmaya çalışıyorum. Bu ülkenin insanlarının kimi zaman dramatik sorunlarından bağımsız kişiler olamayacağını düşünüyorum. Roman kahramanları daha dramatik ve trajik insanlardandır. Bu noktadan çıkarsak ülkeye bakıldığı zaman üç derin fay hattını görürüz. Bu kırıklar biri ki bence en önemlisi, ne yazıkki hep gözardı edilen; zenginlik ve yoksulluk, ikincisi; laik-müslüman dediğimiz ayrışmalar, üçüncüsü de yaklaşık 1985’ten buyana süren Kürt-Türk çatışmaları. Bu üç derin çatlak bütün gündemimize hakim oluyor. belli bir dönemi anlatmak, bu dönemle ilgili tespitleri anlatmak, farkındalıkları arttırmak amacını güdünce böyle bir üçleme ortaya çıktı. ‘Emine’de ise yine bu serüvenin 2005-6-7 dönemini anlatıyor.
İNSAN KENDİ VİCDANININ İZLERİNİ YAKININDAKİLERDE ARAR
S.A. – ‘Fay Kırığı’ adlı üçleme romanınızın ikincisi olan ‘Emine’ de İstanbul’da uzun yıllar ekomik sıkıntılardan sonra Mehmet Esen’in Kadıoğulları’na uzanan yolculuğunu, yaşamındaki değişiklikleri de görüyoruz. Mehmet’i ve değişen düşüncelerini nasıl tanımlıyorsunuz? M.E. – Edebiyatta kahramanların tümü değişir. Kendi yazgısını ararken,belli bir sona doğru adım adım giden insanları seçiyoruz. Mehmet, annesinin bağırmalarından evden koşarak kaçar. Bu,onu koşucu yapar. Atlet olmasından dolayı komando olmuş, Şemdinli’deki çatışmaları, savaşın gerçek yüzünü görmüş, daha sonra Avustralya’ya gidip, dönmüş. Askerdeyken Mayın patlamasından sonra arkadaşını kurtarır ve 10 yıl sonra bu yaptıuğı Mehmet’e talih kuşu olarak döner. Bu Mehmet’in hayatında büyük bir değişime neden olur. Büyük bir şirketin ortasında, dürüstlüğünden dolayı hakemlik yapması ve Emine ile evlenmesi değişimlerden bir tanesi. Aşk insanı değiştirir. Ancak içindeki vicdanı noktada sorgulamaları da devam ediyor. İnsan vicdanından kaçamaz. Hatta kendi vicdanının izlerini yakınındaki arkadaşlarında arıyor. Sonunda da sadece kendi geleceğini düşünen adamdan, herşeyinden vazgeçecek, büyük ülküler için fedakarlık yapabilecek bir insan haline dönüşüyor.
EMİNE TÜRBANLIDA OLSA TUTKUYLA SEVEN BİR KADIN
S.A. – Mehmet’in Kadıoğulları’nda olmasının asker arkadaşı Yakup’un kızkardeşi Emine’ye olan aşkı da etken. Fakat iki zıt uç Mehmet ve Emine. Ve evliliklerinde alışkanlıklar, ritüeller gibi bir çok konuda çatışır durumdalar. ‘Yüz görümlülüğü olarak -demode altın takı yerine- elmas kolye beğenen, tek başına olduğunda bikini giyen bir kadından, kazaya kalan namazını kılacağını söyleyen bir kıza… Sevdiği kadın hangisine yakındı? Diyerek içsel sorgulamaları var Mehmet’in. Sizce bu iki zıt uç bir dünya oluşturabilir mi? M.E. – Aşk ne yazmaya değer yada ne zaman sanat meselesi olur? İki türlü. 1- Tarjik bir aşksa yani Romeo ve Juliet gibi. Ya da birbirine zıt iki kutbun aşkı. Yazmaya değer olan bunlar. Ötekiler zaten bir müddet sonra rutin bir ilişkiye dönüşüyor. Mehmet ve Emine çatışan iki zıt uç. Ama bir yandan da birbirlerini çekiyorlar. Emine’nin aşık olduğu erkek, aslında ağabeyini kurtaran bir kahraman. Mehmet’le karşılaştığı zaman, kendi hayal dünyasında bir erkek yaratmıştı Emine. Mehmet ise ilk başta güzelliği ve konumuyla etkileniyor. Ama iki farklı dünyaya ait bir aşk, aşk olarak sürebilir belki ama evlilik başka bir olay evlilik aşkı başka bir kalıbın içine sokuyor. O kalıpda aşkla başedemiyorlar, çünkü herbirinin kendi önyargıları var, değer yargıları var. hiç kimse çok kolay kendi inancından vazgeçemiyor. İki insan birleştiği zaman bir yanlızlığın içine sıkışıyorlar. Ama içinde tartıştığımız noktalardan bri de şu; acaba aşk, inançtan daha mı büyük? Buna cevap vermek zor. Türbanlıda olsa tutkuyla seven kadının, erkeğe olan davranışları öteki kadınlardan çok da farklı değil.
MÜSLÜMANLIK İNSANIN SOLCU OLMASINA ENGEL DEĞİLDİR
S.A. – ‘Unutmayalım. Dinler de tıpkı devrimler gibi, iktidara gelinceye kadar insanlık vicdanının patlamalarıdır, saftır ama iktidara gelince görünen o ki, durum değişiyor.” Diyor Hasan Hoca. Bugün hem hükümete dönük eleştirilerde hem de Ortadoğu’daki Arap Baharı güncesinde çok tartışılan bir konu bu. siz ne düşünüyorsunuz bu tartışmalara dair? M.E. – Bu gün Müslüman hareket dediğimiz zaman, çoğu iktidarı temsil ediyor. Liberal kapitalizm bayrağını yükselten, Batı’yla hem fikir, hatta Batının planlarında kilit noktaları oynamaya aday, zengin sever, sadaka kültürüne inan, örgütlenmeyi sevmeyen, despotik milliyetçi unsurlar taşıyan bir karışım var iktidarda. Ama bakıldığında bütün müslümalığın bu olmaması gerekir. Her ne kadar kızarsak kızalım geçmişte, Milli Selamet Partisi’nin söylediği bazı şeyler vardı. ‘Sanayileşmeli ve milli sanayimizi kurmalıyız, Batı bize yâr olmaz’ bunlar önemli özellikler. Bugünkü iktidar bu hareketten kendini kopardı ve merkez sağa yanaşarak onlarla işbirliği yaptı ve dini motifleri de bir koçbaşı olarak kullandı. Ama Hasan Hoca, müslümanlığı şöyle yorumluyor ‘biriktirmeyeceksiniz, mal-mülk edinmeyeceksiniz ve örgütlenmeye karşı çıkmayacaksınız’ Müslümanlık insanın solcu olmasına engel değildir. Katolikler belli dönemlerde sistemden yana, çok anti-komünistken, G. Amerika’da ve birçok yerde katolik papazlar, gerillaların merkezi diktatöre karşı dövüşen güçlerin yanında yer aldılar. Saf Din olarak aldığınız zaman, yoksuldan, ezilenden yana olabiliyor. (İstanbul/EVENSEL)
KUTU
S.A. – Hasan Hoca Müslümanlar ve solcu sendikacılar konulu konuşmasında ‘Kuran şahsi zenginliğe izin vermiyor. Orta karar yaşayacaksınız, diyor. Yani, fabrikalarınız olabilir ama malınız olmayacak. İşçinin ücretini kendi koyduğunuz asgari ücrete göre değil; açlık, hatta yoksulluk sınırına göre vereceksiniz ve üründen elde edilen kârın en az yarısı emekçinin olacak. Biz buna emek-sermaye ortaklığı diyoruz…” bu sözlerle sürdürüyor konuşmasını ve ‘müslüman kapitalist’ olamaz diyor. Bugün Ortadoğu’nun müslüman ülkelerindeki sosyo-ekonomik duruma bakıldığında bu sözler epey ilginç değil mi? M.E. – Din’in Kuran-Kerim’deki haliyle bugün uygulanış hali arasında çok ciddi farklar olduğu söyleniyor. Çünkü Kuran-Kerim, diğer kitaplara bakıldığında en az kutsal olan yani daha dünyevidir. Sosyal proğramları olan, önermeleri olan bir kitaptır. Bugün zaten Din olarak yaşanan hele de Türkiye’deki Sünni ağırlıklı, Orta Anadolu kökenli, maço, ataerkil özellikler taşıyan müslümanlık, içinde bizi yansıtmayan Arap ülkelerinden getirilme anane ve görenek barındırıyor.
EVRENSEL, Eylül 2011 Sevda Aydın