Söyleşiler

“Sanattan Portreler”  sayfamızda  Mehmet Eroğlu’na  yer verince, “Yayın Seçkisi”nde de yazarın son kitabı “Kusma Kulübü”nü konuk etmek şart oldu. Kitabın arka kapak yazısı gerek konu gerek mesaj anlamında bütün taşları öyle yerli yerine koyuyor ki, aslında bana anlatacak çok şey bırakmıyor. Kısa bir özet önce;

Hep ikinci dereceden roller oynayarak geçirdiği hayatını, “benimki mutsuzluğuma alışmak” diye tanımlayan Umut, İstanbul’da tutunma umudunu yitirdiği gece Nihan’la karşılaşır. Matematik olimpiyatlarına katılmış, son derece zeki bir kriptolojist olan bu genç kadın, entelektüel ve akıllı kişilerin oluşturduğu sıra dışı bir çetenin reisidir. Umut, bu kentte yaşama olanağı sağlayacak bir iş karşılığında, çetenin peşinde olduğu Hayalet adlı düşmanının açığa çıkarılması için yem olmayı kabullenir. Kahramanımız, kendini birden magazin dünyasının içinde bulur. Ancak Umut’un bu eğlenceli, renkli dünyadaki serüveni çok geçmeden hüzünlü bir yolculuğa dönüşecektir. Bir yanda magazin kraliçeleri, sözü edilen biri olmak için her şeyi yapmaya hazır genç kadınlar, kendine ilahi, dokunulmaz bir konum belirleyerek, ülkenin kaderinde rol oynamak isteyen medya, sahtekar işadamları, bir yanda ise yaşlanmakla yetineceğine, genç bir kadına aşık olan kaçık bir feylesof, keskin kulaklı bir güneydoğu gazisi, açlık grevinde belleğini yitirmiş bir mahkûm, polisin bir türlü körleştiremediği bir âmâ ve iyiliksever bir sakat; kendi cennetini arayan düş kırgınları! İkiye bölünmüş bir kentin, ikiye bölünmüş kahramanları…

Taraf olmanın erdemlerini her fırsatta yüzümüze çarpan kitapta, Eroğlu’da kahramanları ikiye ayırmış. Güncel deyimlerle “yüksek sosyeteyi” temsil eden, buldukları ilk fırsatta birbirlerine bile kötülük edebilecek Melih Dinler, Ercüment Cantürk, Bibi, Aysel, Dilek gibileri bir yana,  birbirlerine yaslanarak ayakta durabilen, ölüme yaşamdan daha yakın “öteki Türkiye”den portreleri, Selim, Kadir, Melek, Zilan gibileri diğer yana almış. Başta Umut olmak üzere, Nihan, Zeynep, İsmail gibileri ise kimliksiz bırakmış. Ardından da onların ilk olayda  dağılmasına izin vermiş.

Romanda süt içemediği için ölen çocuklar, çocuğuna önlük alamadığı için intihar eden babalar var ve ne yazık ki bunlar gerçek gazete kupürleri. Eroğlu bu konuda şunları söylüyor; “Toplumsal vicdanın sığlaştığını üç dört yıl önce söylemiştim. Vicdan temalı bir roman yazacaktım. Bu nedenle gazete kupürlerini,  daha yazmaya başlamadan, anlatacaklarımı nasıl bir kurgu içinde vereceğimi kararlaştırmadan önce kesmeye başlamıştım. Ama sonra bu gazete haberlerinin kurguyu etkilediğini de söylemeliyim.”

Kusma Kulübü, romanın genel havasındaki mutsuzluk ve hüzünle, hatta daha iyisi bulunamayan ismiyle, içinde hala “toplumsal duyarlılık”  taşıyanların bir biçimde akıp giden yaşam düzeninin önüne taş koyuyor, onları ürkütüyor, rahatsız ediyor. Zaten Eroğlu’da “vicdanını bu kitapla hatırladığını yazan yüzlerce insandan mail aldığını” söylüyor.

Kitabında “Umudun iki güzel kızı vardır: Öfke ve cesaret. Öfke, olanlara dayanabilmek, cesaretse değiştirebilmek için…” diyen Eroğlu, bence kalemini günün modasına göre yontmadan, bildiği şeylerin “yarısını” söylemeden, umudun iki kızına da yüreklilikle can vermiş.