Söyleşiler

Bu Kitap satar !  

Eğer o kitap, bir de ödül almışsa ve ancak ödül aldıktan beş yıl sonra yayınlanıyorsa ve eğer o kitapta cinselliğin fazlaca, abartılı bir anlatımla yeraldığı kulaktan kulağa dolaşıyorsa… o kitap satar.

Eğer bir kitap, piyasaya 1969-72 gibi sancılarını hala yaşadığımız bir dönemi ve sonrasını ele alıyor diye çıkıyorsa, o dönemin toplumsal olaylarını, o dönemin içinde dünyayı değiştirmek amacıyla var olan gençlerin kavgalarını, tutkularını, bireysel yanlarını; onları o döneme hazırlayan koşullarla birlikte, yoğun ve gerilimli bir atmosferde anlatarak aktardığını söylüyorsa ve özellikle de gençlerin hatalarından dem vuruyorsa.. o kitap satar.

Eğer o kitap, bir de ödül almışsa ve ancak ödül aldıktan beş yıl sonra yayınlanıyorsa ve eğer o kitapta cinselliğin fazlaca, abartılı bir anlatımla yer aldığı kulaktan kulağa dolaşıyorsa… o kitap satar, hem de çok satar.

Sözünü etmek istediğimiz kitap, Mehmet Eroğlu’nun bu yıl içinde Can yayınları tarafından basılan Issızlığın Ortasında adlı romanı.

Bir ilk roman olmasına karşın, teknik bakımdan oldukça başarılı olan Issızlığın Ortasında, yazarın amacına ulaştığı bir ürün olarak karşımıza çıkıyor. Eroğlu genelde roman için “Okunsun diye yazdığımıza göre onu okutmak zorundayız” diyor. Bunun da romanda sağlanması gereken “kurgu ” ile gerçekleşebileceğini söylerken haklı ve kendisi de bunu hakkıyla başarıyor. Birinci tekil şahısın ağzıyla aktarılan roman, “bugün” den başlıyor. Geriye dönüşlerle olay örgüsü oluşturuluyor. Geriye dönüşler romanda  “anlık” ve “süreci” kapsayan düşünce ya da olay aktarımı olarak karşımıza  çıkıyor. İşte Eroğlu’na göre romanı okutan (onda varolması gereken) ona göre gerilim, bizce merak ögesi, bu geriye dönüşler arasında ortaya çıkıyor ve bir sonraki geriye dönüşte gideriliyor. Sonra her şey tekrardan başlıyor. Burada atlanmaması gereken en önemli nokta; “anlık” geriye dönüşlerde verilen imge  ile okuyucuda oluşan merak ögesinin, bir “süreci” kapsayan geriye dönüşlerde giderilmesi değil, neden “anlık” geriye dönüşlerde sadece cinsel imgelerden yararlanıldığı ve neden sadece kitabı okutmak için cinsel imgeler seçildiğidir.

Bugünlere gelişimizde önemli olan, dersler çıkartılması gereken bir dönemin romanı Issızlığın Ortasında. Bu yüzden, böyle bir dönemi konu alan romanda kişiler gerçek olmalı, o dönemin olaylarını gerçekten yaşamış olmalı. Eroğlu, “O dönemlere tanıklık ettim, bir kısmının içinde yaşadım. Böyle olunca da yazmaya o noktadan başladım.” Diyor. Bu sözlerle bir sanatçı olarak sorumluluğunu yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Ancak bu sözleri söyleyen kişi, hem bir dönemin romanını yazarken hem de “Romanda toplumsal bir değerlendirme yapmak onun için yargılamada bulunmak yanlış” diyorsa ve daha romana başlamadan önce kitabın altıncı sayfasında “Bu romandaki kişilerin, olayların gerçekle bir ilişkisi yoktur” deyip “Ancak anlatılanların yalnızca hayal ürünü” olmadığını savlıyorsa kendisiyle çelişiyor demektir. Bir yanılgının içinde demektir.

Ama bu çelişki kitapta tamamen ortadan kalkıyor. Kitapta kesinlikle bir dönem anlatılmıyor. O dönemin içinde varolan kişiler de değil, onlardan sadece biri anlatılan: Ayhan, Çelişkinin ortadan kalkması Eroğlu’nun savını doğrulamaz. Başka birşeyi ortaya çıkarır, Eroğlu’nun roman anlayışını: Eroğlu için roman, “herhangi bir gerçeği çözümlemek, toplumsal gerçeği çözümlemek iddiasında” bulunmaz. Doğrular ya da yanlışlar önemli değildir. Onun için önemli olan “olaylar içindeki kişilerdir.” Bu burjuva gerçekçiliğinin ta kendisidir.

Yazımızın amacı Issızlığın Ortasında’yı tanıtmak. Bu amaçla sonuçtan başladık, kitabı gibi kendisi de tanınmadığı için Mehmet Eroğlu’nun düşüncelerini size aktarmak istedik. Şimdi de (estetiksel ve sanatsal bağlamda irdelenmesini başka bir yazıya bırakarak) kısaca romana değinmek istiyoruz.

Ayhan’ın gerçek zamanda sunumunu belirleyen geçmişi, daha doğrusu geçmişindeki ilişkileridir. Bu ilişkilerdeki kişileri bir “tip” olarak ele alamadığımız gibi, onlar hakkında yargıda da bulunamıyoruz. Bu kişiler romanın pek çok yerinde karşımıza çıksa da, birbirine benzer, kısa ve anlam olarak zayıf cümlelerle bize tanıtılıyorlar. Hepsi de Ayhan’nın kişiliğinin belirlenmesine yardımcı olmak için yaratılan “tip”lerden öteye geçemiyor. Örneğin Rezzan. Ayhan’ın sevgilisi konumunda. Kimdir, neyle uğraşır, ne düşünür? Bu soruların yanıtları yok. Sadece Ayhan’nın sevgilisi olduğu, Ayhan’la uğraştığı ve Ayhan’ı düşündüğü için romana girmiş biri olarak karşımıza çıkıyor. Zafer ise daha değişik bir konumda. Hem de Ayhan’ın en çok sevdiği, değer verdiği ve kurtuluşunu onda gördüğü halde roman boyunca bir-iki yer dışında düşüncesine rastlamak olanaksız. Romanın en politik kişisi olarak Halit: Sadece Zafer ve Ayhan’a “dünyanın değişmesi gerektiğini” söylediği, onlara politik bir kimlik kazandırdığı için yaratılmış. Ve ayrıca o kadar çelişik tanıtılmış ki; romanın son bölümünde doğruları Ayhan’ın yüzüne çarptığında insan şaşırıyor: Bu sözleri Halit mi söylüyor diye.

Seçtiğimiz örnekler, “tip” olmaya en yatkınları. Bir de ( kırmızı basmalı kız, partide tanıdığı adam ve fotoğrafçı kız, vb.) romana nerden ve niye girdikleri belli olmayan öyle kişiler var ki, bunlar romanın yarıntılar içinde boğulma tehlikesini de beraberinde taşıyorlar.

Ayhan gerçek zamandaki sunumunda geçmişindeki bu kişilerle yaşıyor dedik. Geçmişi, Ayhan’ı korkutan, geleceğini belirleyememesinde en büyük engeli oluşturan öge olarak olay örgüsü içinde yerini almış. Ve hatta diyebiliriz ki; geçmişindeki üç önemli dönemle (Çocukluğu –buna ilk gençlik yılları da diyebiliriz-, üniversite yılları ve askerliği gereği Kıbrıs’ta savaştığı günler) gerçek zaman arasındaki, doğal sırasına sahip olamayan gelgitler olay örgüsünü oluşturan ince ve sık örülen temel taşlarıdır.

Ayhan geçmişini, geçmiş ilişkilerindeki hatalarını çözümleyebilse (böyle bir niyet belirgin olmadığı için), onlardan silkinip kurtulsa düze çıkacak. Fakat bunu yapmaya gücü yok. Bu, gücün ötesinde, 14 yaşından beri süregelen bir insana yaslanmak; ancak öyle varolabildiğine inanmak yanlışından dolayı olanaksız.

Herkesin ağız birliği etmişçesine Ayhan’a, içine düştüğü bunalımdan kurtulma yolu olarak –en çok da intihar girişiminden sonra karşılaştığı doktor- önerdiği şey: “Birisini bulmak, kadın ya da erkek ama, bulmak mutlaka”. Ve Ayhan da kabulleniyor bunu. Bulacağı kişi geçmişinden olmamalı, Rezzan olamaz. Ferda, evet gerçek zamanda bir rastlantı sonucu karşısına çıkan Ferda. Kurtarıyor mu Ferda Ayhan’ı? Kurtaramaz ki.. Yaşadıkları sadece cinselliğin, abartılı bir cinselliğin bunalımına sürüklüyor onları. Ve Ayhan’ın hiç istemediği “zorunlu ve istenen bir bağlantı” ortaya çıkıyor. Romanın sonlarına doğru birden “muhbir” olan Fazıl’ın ortaya attığı sav: “Zafer yaşıyor olabilir!” Bundan sonra az da olsa, kendisiyle yani geçmişiyle olan tüm çelişkilerini hala atamayan Ayhan’ın ayaklarının yere bastığını görüyoruz. Geçmişinden gelen ya da gerçek zamanda kurduğu tüm ilişkilerden birer birer kurtuluyor Ayhan. Ne uğruna, uzak çok uzak bir yerlerde görülen Zafer’i bulmak, belki de onunla yok olma ya da onun yerine geçmek uğruna yaşama konulan bir belirsiz nokta.. Tanrı tanımayanın, bir insanla kader birliğine uzanan sonu!

Roman hakkında söyleyeceklerimizi özetleyecek olursak: Issızlığın Ortasında belirsizliğin, karışıklığın, karamsarlığın, sevdasızlığın, bencilliğin ve hepsinin ötesinde cinsel bunalımın romanı. Puslu günler vardır hani, günü karartır çöküp insanın üstüne, işte, Issızlığın Ortasında’nın kendi diliyle ifadesi.

YARIN/AYLIK SANAT EDEBİYAT DERGİSİ TARİH           : EYLÜL 1984 SAYI              : 37 SAYFA          : 30 YAZAN         : FAHRİ ÖZER