Söyleşiler

N.M. – Mide bulantısı ve kusma,  vücudun kabul  etmediği maddelere karşı gösterdiği ilk ve en direkt tepki. Kusma Kulübü’nde, ülkede yaşanan olayları artık midesi (ya da daha doğrusu vicdanı) kaldırmayan Umut’un girdiği dönüşü olmayan yol anlatılıyor. Bu anlamda sizin de mideniz çok bulanmış görünüyor. Umut’la birlikte siz de içinizdekileri kusuyorsunuz. Bir yazar olarak belki de ilk defa bu kadar “doğrudan” bir şekilde içinizi döktüğünüzü ya da öfkenizi kustuğunuzu söyleyebilir miyiz? İkinci olarak bu doğrudan yolu seçmenizin nedeni nedir?M.E. –  Evet, Kusma Kulübü için yazdığım en öfkeli roman, ya da yazarken en çok öfke duyduğum kitabım diyebiliriz. Bu kez bilinçli olarak alt sesimdeki kızgınlığın satırlarıma yansımasına engel olmadım. Yazar, temayı bir konunun içine yerleştirirken romanın atmosferine uygun bir yöntem belirlemelidir. İşte bu kaygıyla toplumsal (ve bireysel) vicdanın sığlaşmasına duyulan öfkeyi daha çarpıcı bir şekilde verebilmek için romanın aksına böyle doğal bir tepkiyi otuttuğumu söylebilirsiniz.

N.M. – Kitabı ve kahramanınız Umut’un başından geçen olayları okuyunca anlıyoruz. Ama bir kez olsun sizin ağzınızdan duymak duymak güzel olurdu; ne(ler)dir bu kadar midenizi bulandıran M.E. – Vurdumduymazlık, başkalarının acılarına karşı duyarsızlık, yoksulluğu arttıran zenginliğin açgözlülüğü ve hadsizliği. Yavuz hırsızlar. Hırsızlıklarını sahte cömertliklerinin ardına gizlemeye kalkışan açgözlü işadamları. Medyanın magazinleşmesi ama buna karşın ülkenin geleceğinde belirleyici rol oynama isteği; toplumsal belleğin silinmek istemesi; soylu kavramların içlerinin boşaltılması… Sadece birkaç bin kişinin sürdürdüğü mirasyedi patırtısını toplum için geçerli bir hayat biçimi olarak sunmaya yeltenmek. Buna ise hiç katlanamıyorum.

N.M. –  Kahramanınız kitabın sonunda umudu kusmakta buluyor. Bu bağlamda sizin seçtiğiniz yolla bir benzerlik var mı? M.E. –  Umut, romanın sonunda kusmayı, yani direnmeyi, yani vicdanının kulu olmayı seçiyor. Aramızda bu açıdan tabii ki bir benzerlik var. Ben 13 yaşından beri vicdanımın kuluyum.

N.M. – Magazin kraliçelerinin, mankenlerin, sahtekar işadamlarının ve medyanın dünyasıyla hafiften kaçık bir filozofun, bir Güneydoğu gazisinin ve açlık grevinden hatıra korsakof hastalığıyla cebelleşen bir kızın bulunduğu dünyayı birbirine bağlayan tek şey, Umut. Bunun dışında ikiye bölünmüş bu kentin ikiye bölünmüş kahramanları kitap boyunca hiç bir araya gelmiyorlar. Adeta bir simetri söz konusu.Bunda bir alt anlam arayabilir miyiz? M.E. –  Türkiye’de yazılmayı bekleyen, içinden büyük romanlar çıkacak birkaç çatlak var. Adına laik- müslüman çatışmasıdenilen zıtlık; Kürt sorunu -şimdi yatışmış görünse de buna savaşı da ekleyebiliriz- ve tabii ki yoksulluk ve zenginlik. Kusma Kulübü’nün ikiye bölünmüş kahramanları iki değişik yaşam tarzını, zenginlik ve yoksulluğu simgeliyorlar. Yoksulları bir arada tutan bir genç insan var ve bu genç insanın adı da Umut. Bu yeteri kadar açık bir mesajdır umarım.

N.M. –  Kadın faktörü, bu romanınızda da sürükleyici bir unsur olarak çıkıyor karşımıza. Edebiyatınızın ayrılmaz parçası, bu kez Umut’un da içine sürükleneceği tuhaf kulübün başkanı olarak giriyor romanınıza. Kadın zekası ve gizemi ne gibi bir önem taşıyor edebiyatınızda ya da sizin için? M.E. – Kadın zekası erkekten farklılık gösterse de sonunda insan zekası değil midir? Ben meseleye böyle bakıyorum. Her ne kadar zekalarının nitelikleri değişik olsa da böyle bir ayrımın gerek yok. Kadın gizemi? Kadınların sadece gizemleri değil, herşeyi bir yazar olarak ilgimi çekiyor. Aşk, edebiyatın en çok işlenen, en önemli teması oldukça da bu böyle sürer sanırım. Ama kadınların asıl başka bir özelliği beni ilgilendiriyor. Acıma yetenekleri ve vicdanları. Yüz: 1981 adlı romanımda şöyle demiştim: “Kadınlar bizi emzirip sevdiler ama aklımıza dokunmadılar; akıllarımızı biçimlendirmek sadece erkeklere kaldı.” İnsanlığın geleceği, erkeklerin biraz kadınlaşmasında yani vicdan edinmesinde saklı.

N.M. –  Kusmak, son derece bireysel bir eylem. Sizce artık çare bireysel mücadelede mi? Verilmesi gereken mücadele ve tek çıkar yol, vicdanımıza ve ruhumuza sahip çıkmakta ve onu dinlemekte mi? M.E. – Hayır, toplumsal mücadele örgütlenilmeden kazanılamaz. Ama böyle bir örgütlenmenin olmaması ya da yeterince etkinleşmemesi de kusma hakkımızı elimizden alamaz. Eğer birşeyleri değiştireceksek, öfkemizi yatıştırmamak, aksine kor olarak tutmak gerektiğine inanıyorum.

N.M. –  Tıpkı vicdanının sesini bastırmaya çalışan Umut gibi bu hayatın “içinde” yaşayabilmek için vicdanımızı köreltmemiz mi gerekiyor? M.E. – Yaşamanın en kolay yolu, düşmanla birlik olmaktır. Bir görüş bu. Aldırmamak; sıradanlığa teslim olmak; ben kendi gemimi kurtarırım diye düşünmek… Bazıları için bu kolaydır, çünkü vicdanları yoktur. Ama eğer varsa, vicdanınızı köreltmeye çalışsanız da, üstünü örtmek için yollar arasanız da yapabileceğiniz pek bir şey yoktur. O sonunda kendi egemenliğini üzerinizde kuracak ve hükmedecektir. Vicdanlı olmak korkutucu (Hamlet böyle diyor) ve yorucu bir durumdur. Ama vicdan aynı zamanda bir insanın sahip olabileceği en değerli şeydir de. Vicdan sözcüğünün bir çok dildeki kökü, bilmek ve bilinç sözcükleriyle akrabadır.

N.M. –  Umutsuz(bıkkın) Umut, hem kitabınızın kahramanı hem de genel olarak baştacı ettiğiniz bir kavram olarak çıkıyor karşımıza. Öyle ki hayatını, “benimki mutsuzluğuma alışmak” olarak tanımlıyor Umut. Neden böyle karamsar koyu tonlu tablolar kullanıyorsunuz hep? M.E. – Önce şunu söylemeliyim: Umut’un durumu hiç de karamsar bir tablonun içinde değil. Umut, romana ve yolculuğuna “Hayat, mutlu olmak içinmiş, benimki mutsuzluğuma alışmak,” diye başlıyor, ama magazin dünyasının içindeki serüvende yalpalamasına rağmen, önünde eğilebileceği, uğruna adaklar sunabileceği, insancıl bir efendinin kulluğunda, “Vicdanımı tutkularımın Tanrı’sı kılıp, kusacağım,” dediği bir noktada sona eriyor. Şimdi size soruyorum: Bu karamsar bir nokta mı? Gelelim koyuluğa; bu konuda haklısınız. Ben hep koyu bir ölüm bilinciyle yazarım. Bunun nedeni mutluluk ve umut konusunda inançsızlık ya da yeteneksizliğim değil, uğruna pek çok bedel ödenen bu iki soylu kavrama ulaşma yolundaki insanlık acılarının hayatın özünü oluşturduğuna olan temel inancımdır. Edebiyatın –tragedyanın- temaları pembe ve mutluluk verici değildir. Yazmaya değen ve anılaştırılamayan ( yani unutulmayan) acı ve mutsuzluktur.

Novamedya
Şubat 2004