Newsweek – Siz, özellikle AKP iktidarıyla, “İstanbul burjuvazisi” diyebileceğimiz kesime karşılık yeni bir muhafazakâr (İslamcı) burjuvazinin (İslami holdingler haricinde, yeni bir yaşam anlayışını da içeren) doğduğunu düşünüyor musunuz? Doğduysa neden ve ne zaman?Mehmet Eroğlu – Kesin bir tarih vermek! Belki sorunun bu kısmını ekonomistler cevaplamalı. Ama görünen şu: Özal döneminde belirtileri ortaya çıkan Anadolu kaynaklı bu yeni –çoğu muhafazakâr- grup, bugün tamamiyle AKP’yi destekliyor ve bu partiyi temsilcisi sayıyor. Bu muhafazakâr grubun özelliği –daha önceki reflekslerinin aksine- Batı’ya yakın durması, hatta Batı’ya hizmet sunması. Artık kimse Milli sanayi falan demiyor. Anadolu sermayesinin Necmettin Erbakan’dan desteğini çekmesi de aynı yön değişiminin sonucu. Bu grubun bir özelliği daha var; çoğu kentli –Gümüşhanevi dergâhına mensup- Nakşibendi. Tabii ilginç olan şu: Bu yeni zenginlerimiz zenginliklerini Cumhuriyet döneminde barış içinde gelişen Anadolu şehirlerinde edindiler. Şimdi de zenginliklerinin onaylanmasını istiyorlar. Bunun için de bir tek sahne var: İstanbul. Sermayenin uluslararası olması için her zaman bir metropol gerek. Aslında şöyle özetleyebiliriz: AKP yeni sermayedarlar yaratmıyor; yeni sermaye, AKP’yi yarattı.
Newsweek – Edebiyatta ve günlük yaşamda bu gelişmenin başka yansımalarını görüyor musunuz? M.E.- Edebiyat anlayışını masallara, oryantalizme ve Batı pazarlarına dayandıranların dışında bunun edebiyatta yansımasını bulacağına eminim. Gündelik yaşamımızda bir İslami etkinin ortaya çıkması kesin. Çıktı bile. Ama sorun şu. Türkiye’de yüzyıllarca İstanbul’da şekillenen İslami yaşam tarzı, onlarca yıl boyunca köylülük ve maço erkek tavrının egemen olduğu taşraya bırakıldı. Taşranın İslami estetiğinin niteliği ve seviyesi ise tartışılır. Ama açık olan bir şey var. Türkiye bu estetik çerçeveye mahkûm edilemez, zaten de yakışmaz.
Newsweek – Size göre laik-Müslüman çatışması Türkiye’nin en önemli fay kırığı mı? Romanınızı bunu anlatmak için mi kaleme aldınız? M.E.- Türkiye’de üç önemli fay kırığı var: Türk-Kürt, Laik-Müslüman ve tabii ki –unutturulan- yoksul- zengin kırığı. Fay Kırığı Üçlemesi (Mehmet, Emine ve Rojin) aslında insanı anlatıyor. Çatlakların birbirinden ayırdığı insanları. Ama bunu yaparken toplumsal kanaviçeyi de romanların arka fonuna yerleştiriyor. Bu arada Türkiye’nin 1990 ile 2008 arasının bir panoramasını çiziyor.
Newsweek – Müslüman burjuvazinin artık her iki tarafın romanlarında/edebiyatında anlatılıyor olması, somut bir olgu olarak karşımızda durduğunu bize gösterir mi? M.E.- Gösterir diyebiliriz. İzin verirseniz şunu ekleyeyim: Sermayeyi rengine göre ayırmak o kadar da gerçekçi değil; sermaye -beyazı, kızılı, yeşili farketmez- sermayedir. Üzerinde durulması gereken noktalardan bir tanesi, Müslüman’lığın ahlakı ile kapitalizmin ne denli uyum içinde olacağı. Edebiyat aslında bu aykırılılıkları ele almalı. Eğer varsa, bu açmazı araştırmalı.
Newsweek – Bu ayrım, daha doğrusu iktidarla birlikte şekillenen Müslüman burjuvazi ve Cumhuriyet’in 80 yıllık birikiminin karşı karşıya geldiği düşünülürse, Türkiye nelere gebe? M.E.- Tabii neler olacağını söylemek zor. Ama görünen o ki, zengilik arttıkça kişiler ve aileler yeni bir platforma, kültürel İslam’a kayıyorlar. Din kutsallığından soyunup, büyük ölçüde gelenek ve göreneklere dönüşüyor. Teorik olarak zengin Müslüman, daha demokrat Müslüman demek. Bütün bunların ötesinde, Müslüman sermayesinin yeşilinin bir süre sonra solması ve bilinen rengini –renksizliğini- alması da kuvvetle muhtemel. Başka yerde de söylemiştim: Para, onu sevenleri her zaman terbiye eder. İki nesil sonra bugün muhafazakâr dediğimiz aileler nerede olacaklar? İşte soru bu.
Newsweek – Bu yeni yaşam biçimi ve ayrışım Türk edebiyatında yeni bir akım oluşturabilir mi? M.E.- Sanmıyorum. Ama muhafazakâr, taşralı zenginler kentli, hele metropollü burjuvaya dönüşürse bu olgu edebiyat için yeni –ve zengin- malzeme sağlar. Aslında en arzu edileni, Müslümanları Müslümanların içinden birinin yazması olur. İtirazı duyuyor gibiyim. Zaten böyle yazarlar var denilecek. Var ama Müslümanlar ve Kürt’ler oto sansürlerini pek aşmıyorlar.
Newsweek – Müslüman burjuvaziye mensup erkeklerin modern yaşama ve onun kurallarına daha kolay adapte olduğunu, buna karşın aynı kesimin kadınının türban gibi yasaklar nedeniyle kabuğundan çıkamayıp yavaş yavaş kendi kesiminin erkeğini eleştirmeye başladığı söyleniyor. Buna katılır mısınız? Zira görebildiğim kadarıyla sizin romanınızda da bu kesimin kadını, erkeğine göre daha saf ve naif konumda. M.E.- Müslüman zengin erkeklerin modern yaşama kolaylıkla uydukları, bu yaşamın nimetlerinden öteki erkekler gibi yararlandıklarını söylemek doğru olur. Fay Kırığı Üçlemesi’ne gelince, ilk kitap olan Mehmet’i bir giriş romanı olarak değerlendirmek gerekir. Kitapta iki Müslüman kadın yer alıyor. Emine ile ablası Fatma; ikisi arasında belirgin farklar var. Fatma, politik eylemci ve kız kardeşinden oldukça farklı birisi. Sadede gelirsek, Müslüman kadınları katagorize etmek zor. Müslüman kızlar 1980’lerde mücahitlere eş olmayı düşünürken giderek politize oldular ve sonunda politik İslam’ın etkin bir gücü haline geldiler. Özellikle Batı karşıtı hareketin içinde. Bu dönemde sol hareketten etkilendikleri söylenebilir. Fatma bu tipolojiye uyuyor. Müslüman kadınların daha sonraları modernleşmeleri gündelik hayata yönelik oldu. Politikadan uzaklaştılar. Emine de bunlardan birisi.
Newsweek, Mart 2009 Kürşat Oğuz