Söyleşiler

1980’den sonra peş peşe yayımladığı romanlarla dikkati çeken bir yazar Mehmet Eroğlu. 1978 yılında Orhan Pamuk’la birlikte Milliyet roman ödülünü paylaşan Eroğlu, Issızlığın Ortası adlı ve ancak 1984 yılında yayımlanan ilk kitabından bu yana, toplumsal/siyasal bir ard alanı saklı tutarak, psikolojik ve kültürel derinliği olan sorunlu kişileri işliyor, yaşam/ölüm ilişkisini tehlike düşüncesinde deneyimlemeye çalışıyor.

Eroğlu’nun son romanı Yürek Sürgünü de (Can Yayınları), artık ustalaşmış olduğu kendi biçim/biçemi içinde, aynı sorunsalları ele alıyor. Doğrusunu söylemek gerek; Eroğlu, 1970’lerin devrimci kuşağının hapse, sürgüne ve ölüme bitişmiş yaşamlarını anlatırken, eylem miti çevresinde biçimlenen devrimciliğin pratik/düşünsel boyutunu da daha cesurca ve kendi içinde tutarlı biçimde eleştiriye açıyor. Reel sosyalist rejimlerin çöküşünün ve gelişen dünya konjonktürünün biçimlendirdiği Türkiye solunun hem düş kırıklıklarını ve vazgeçişlerini hem de kimi insanlarda uyandırdığı yeni vadedişlerini, gerilim taşıyan bir kurguyla sergilemeyi öngörüyor. Romanın baş kişisi Kadir, yaşamlarının heba olup olmadığını sorgularken, bir ölüm kalım savaşından canlı kurtulmanın önemini kavrıyor ve yaşamın korunması gereken en temel değer olduğunu kanısına varıyor.

Türkiye’de Popüler Kültür adlı çalışmamda, Eroğlu’nun ilk romanı Issızlığın Ortası’nı çözümlerken, yazarın başlıca kişilerinin “Freud’gil ve Dostoyevski’gil” özellikler taşıdığını öne sürmüştüm. Bu eğilimi, aradaki üç romanını da kuşatarak Yürek Sürgünü’nde de sürdürüyor Eroğlu. Romancı, yazınsal ve entelektüel donanımına rağmen biçim ve kurgu açısından aşırı uçlara gitmeyi seven kişilerin cesaretini gösteremiyor ve ne yazık ki ortada durmayı seçiyor: Yazınsallık ile Popülerlik arasında. Öykünün entrika düzeni, neredeyse Amerikan TV dizilerinin özelliklerini içeriyor. Anlatının sonunda çözme kavuşturulan ruhsal bir takıntı, bir kompleks (Kadir, çocukluğunda bir cinayet işlediğini sanmaktadır), cinsellik ve cinsel sapmalar (Cem’in hem üvey babası Tefik Bey, hem de üvey kardeşleri Nil ve Ayla ile ilişkisi vardır), siyasal arka plan (Kadir, Murat, Nihat, Halit gerilla eğitimi için Filistin’e giderler), düz ve pornografik şiddet (Kadir Filistin’de adam öldürür, Cem bir gece Nil’e tecavüz eder), yıkılan aşk (Murat, devrimci yaşamının her türlü tehlikesini üstlenen, kendisine bağlı olan Lale’yi terkeder).

Bu entrika merakı, aşırı tutkulu ve sorunlu kişilikler yaratma isteği, ne yazık ki Eroğlu’nun tiplerinin büyük bölümünü yapay, anlatının kurgusunu da fazla Hollywood vari kılıyor ve gereksiz yere öyküyü uzatmasına yol açıyor. Ama söylemek gerek ki, Eroğlu Halit’de sahici, yaşayan bir kişilik çiziyor. Murat’ın ölüm sahnesi de etkileyici. Şunu da eklemeliyim: Eroğlu, bazı tik’leri anlatının yönlendirici imleri kılmayı da başarıyor. Örneğin “öksürük”, “kuyu” gibi zaman zaman vurgulanıp geçilen öğelerin asal işlevi var. Eroğlu, bir macera romanının örgüsüne psikolojik ve entelektüel boyutu katmaya da özen gösteriyor: Yanlış söylenmiş bir adı ararken Hamparsum’a ve klasik Türk müziğinin tartışılmasına, Rıza Bey ve Halit vesilesiyle politik İslamın çözümlenmesine geçiyor.

Yer yer kitabileşmesine rağmen, Yürek Sürgünü, yine de yazınsal kaliteler taşıyor.

MİLLİYET TARİH  : 7 TEMMUZ 1994
SAYFA  : 18
YAZAN  : AHMET OKTAY