Söyleşiler

Gelmeyen Hayalet – Hüseyin Bul – Oggito / 2 Mart 2020
Eroğlu’nun en büyük başarısı yarattığı karakterleri. Oldukça sahici ve canlı olan karakterler üzerinden birçok okuma yapmak mümkün.

Mehmet Eroğlu’nun Kötü Adamın On Günü romanı bu serinin ilk kitabının devamı niteliğinde. İyi Adamın On Günü’ndeki Sadık kaldığı yerden devam ediyor. Bütün sorunlarını, dertlerini, görevlerini ve ödevlerini bu on günde çözüyor; aslında kendisine verilen süre içinde desek de olur. İlk kitaptaki kararsız Sadık’ın yerine daha emin, daha pratik ve belki daha kötü Adil gelmiş. Kendisini ne kadar kötü olduğuna ikna etmeye çalışsa da aslında yeni ismi olan Adil’e daha yaraşır davranıyor.

Karısını ve çocuğunu kaybettikten sonra hayata küsen Sadık’ı ilk kitapta aşina olduğumuz Abi’nin adamları Hüso ve Zeynel aldıklarında, Sadık oturamayacak kadar kuyruk sokumunda çatlak, kafasında kocaman bir delik ve yara bere içinde olduğunu görüyoruz. Yeni görevi Ferhat adında birini bulmak, ama sadece bulmak. Altı yıl cezaevinde yatan eski avukat yeni turizmci ve dedektifin adı Abi’nin nezdinde artık Sadık, Adil’dir.

Sistemin hiyerarşisi

Eroğlu serinin ilk kitabında yaptığı gibi karakterler üzerinden iyilik ile kötülüğü tartışmaya açarak daha da derinleştiriyor. Nerede durduğuna nasıl baktığına göre iyilik ile kötülüğün değişebileceğini sorgularken kimsenin durup dururken kötü olmaya karar vermediğini söylüyor. Bunu söylerken de kişileri tartışmaya açmak yerine adaletsiz işleyen toplumsal çarkların zorbalığını işaret ediyor.

Daha önce uyuyabilmek için ona kadar sayan Sadık bu bölümde Hamlet’ten yardım dileniyor. Uyumadan önce bir dua gibi okuduğu Hamlet dizelerinin pek faydasını görmese de yazar okuyucuya bir Hamlet ziyafeti çektirmeyi başarıyor. İlk bölümdeki Dostoyevski gitmiş yerine Shakespeare gelmiş.

Çok boyutlu karakterler

Eroğlu’nun en büyük başarısı yarattığı karakterleri. Oldukça sahici ve canlı olan karakterler üzerinden birçok okuma yapmak mümkün. Önce Sadık, sonra Adil ve nihayetinde de Öcal olmaya karar veren karakterde adaleti, vefayı ve sabrı, eski Hatice yeni Pınar’da açgözlülüğü, fırsatçılığı, sabırsızlığı ve çağın istediği hızı, Abi’de zorbalığı, hırsızlığı, paranın gücünü ve sistemin çalışmasına destek veren paslanmış çarkları okumak mümkün.

Oldukça cesur, gözü kara, anlık çözüm bulabilen, sevdiklerine zarar gelmemesi için kendini ateşe atmaktan çekinmeyen acı ve ağrı kesici müptelası Adil kötü biri mi? Ne kadar ben artık kötü biriyim dese de ve bunun ipuçlarını, “Aptal köylünün teki” ve “Köylü kabalığı dediğimiz şey kaybolmuş,” diyerek yavaş yavaş evrildiğini, ayrımcı, ötekileştirici ve aşağılayıcı bir dil kullanarak okuyucuya böyle olduğunu anlatmaya ve inandırmaya çalışsa da aslında ilerleyen sayfalarda öyle olmadığını görürüz. Yaptığı daha çok, ihtiyacı olana yardım etmek ve kötü olana gerekli cezayı kesmek. Kötülük yapanlara, tertipleyenlere, düşünenlere karşı oldukça adil. Anladıkları dille cevap veriyor, hareket ediyor ve kendi alanlarında nasıl canları yanacaksa, acıyacaksa üslubu o şekilde oluyor.

Dönem insanı

Sevgi ya da aşk insanı değiştirebilir mi? Aslında her şey insanı değiştirebilir. İlk bölümden bu ya iki yaş daha büyüyen Pınar haliyle değişmiş de. En çok da sahiplenmekten, korunmaktan ve kollanmaktan memnun. Bu memnuniyetliği karakterin kişiliğine yansıtarak hareket etmesini sağlamak dediğim gibi yazarın ince düşünülmüş mahareti. Yas tutmanın sevmeyi unutturduğunu iddia eden yazar, “Sevmek eylemdir,” diyerek Pınar nezdinde sevgiyi, aşkı ve acıyı sorguluyor.

Gençlerin kullandığı jargonu, nerelere takıldıklarını, ne yiyip içtiklerini, mekân adlarındaki özensiz özentileri ve en önemlisi de buralara ne için gittiklerini, “İnsta’da paylaşmayacaksam burada yemenin ne anlamı var,” dedirterek dönem insan tipini çok güzel özetleyen yazar, gençlere ders vermeyi de şu sözlerle özetliyor: “İnsan âşık olduğunu terk edebilir, ama sevdiğini asla.”

İki serinin sonunda da seven, güzel ve şuh kadını kapan başkarakter (birinci tekil anlatıcı aynı zamanda) için “fahişelerin dostu” demenin çok da absürt kaçmayacağını düşünerek şunu da not düşmenin zararı olmayacağı kanaatindeyim. Pınar karakterinin neden bacaklarından başka bir uzvu yok?