Kavramlar çevresinde gelişen bir roman Yarım Kalan Yürüyüş, Mehmet Eroğlu’nun romanı.
Bir kendini arayışın romanı mı “Yarım Kalan Yürüyüş?” İnsanın, başkalarının ona biçtiği kimliğin ardındaki gerçek “ben”i arayışı mı? Ya da hayatının sırrını kurtarıcılıkta bulan genç bir adamın, Korkut Laçin’in, yanıtını veremediği (ya da yanlış yanıtladığı) bir sorunun “ardına takılarak” “ölüm”e varışının öyküsü mü?
Kim bu Korkut Laçin? Onu yalnızlığa itip sevgisiz bırakan, hayatını serüvene dönüştüren ve efsanevi bir kimlik kazanmasına yol açan soru hangi gerçekliğin ürünü?
Aslında, Korkut Laçin gerçeğini değişik bakış açılarıyla vermek amacıyla üç ayrı anlatımı başarılı bir biçimde kurgulayan Mehmet Eroğlu, “Yazarın Notu” alt başlığıyla romanına eklediği “Son Bölüm”de merakını gideriyor okurun. “Kanaryalarla konuşabilen, karanlığa karışıp yok olabilen, korkuyu ve acıyı tanımayan, ama doğum günü olmayan küçük bir kız için ağlayabilen, sevgiyi kadın kokusunda arayan, belki de bulamadığı için yunuslarla yer değiştirmek isteyen, kırık kolu bükülemeyen ve bir sırrın peşine düştüğü için yadırganan” biridir Korkut Laçin. Bir efsanedir. Adının da imlediği gibi korkut’ur çevresindekileri. Ama onu kimse, hiçbir olay korkutamaz. Bir ağacın dalından baş aşağı dar bir kuyuya atlayabilir, elini kızgın bir sobaya bastırıp dakikalarca tutabilir, kuduran bir denizciyi kapatıldığı ambara girip öldürebilir, vb.
Bu kadar da değil. Âşık olunan, ama âşık olmayan bir erkek’tir. Korkut Laçin. Tanıdığı bütün kadınlar ilk gördükleri an tutulmuşlardır ona. Vurgun yemiş gibi tıpkı. Cinsel bir tutkudur bu. Sevgiyle, sevmeyle ilgisi yoktur. Güçlü, korkusuz, yenilmez erkek’tir o çünkü. Adı bile romandaki kadınları ürpertmeye yeter. Bu ürpertinin temelinde ona duyulan hayranlık yatmaktadır.
Mehmet Eroğlu, belli sorunları tartışmak, kendi kafasındaki düşünceleri doğrulamak amacıyla çiziyor Korkut Laçin tipini. Bu nedenle, Korkut’un kendini arayışı, insani olanın dışında, kavramlar çevresinde gelişiyor ve gelip Tanrı insan ikileminde düğümleniyor.
Önce de belirttiğim gibi, Korkut Laçin gerçeğini üç ayrı anlatım biçimini kullanarak sergiliyor Mehmet Eroğlu. Korkut’un sekiz yıl sonra İzmir’e dönüşüyle başlıyor olaylar. Romanın olay-zamanı 21-29 temmuz 1983. Anlatıcılar da yazar, Korkut’un kendisi ve olaylara karışan öteki kişiler. Gerek yazarı ve Korkut’un, gerekse tanıkların anlatımında şimdiyle geçmiş içiçe aktarılıyor. “Yazarın Notu”nda açıklandığına göre “bantlarla başlayan” ve onu (pazarı) yazmaya “daha doğrusu olayı anlamaya iten” rastlantı sonucu ele geçirdiği “bantlardaki titrek, dinleyeni utandıracak kadar acıyla yoğrulmuş sesler”dir. Bir yaralama (sonra cinayete dönüşecektir) dolayısıyla alınan tanık ifadeleridir bunlar. Ama yazar (notunda belirttiği gibi) Korkut’un gerçeğini “yalnızca onu tanıyanların verileriyle sınırlı kalmadan birleştirmeye” çalışır. Korkut’un gelişinden vuruluşuna olanları, tanık ifadelerini olay-zamanı içinde bölüp kendisinin ve Korkut’un anlatımıyla kurgulayarak verir. “Yarım Kalan Yürüyüş”ü okutan da polisiye romanlara özgü bu kurgulama başarısıdır. Mehmet Eroğlu, gerek olayın çözülüşünde, gerekse romanın baş kişisi Korkut’un “Egzotik ve eksantrik” kimliğinin sergilenişinde, yinelemeler sonucu tempo yer yer düşse de bir gerilim sağlamayı, okurun ilgisini sürekli ayakta tutmayı başarmaktadır.
Ama doğrusu, bu kurgulama başarısı dışında, “Yarım Kalan Yürüyüş”ün dört dörtlük bir roman olduğunu söylemek zordur. Önce, bir yanıyla Reşat Nuri’nin Homongolos’unu, bir yanıyla Dostoyevski’nin Raskolnikov’unun çağrıştıran Korkut Laçin, abartılmış bir tiptir. Abartı, yalnızca onu tanıyanların ifadelerinden yansımaz. Kendi gerçeği gerçek-dışı’dır zaten. Hayatı hayatın dışındadır. Bir Oidipus’tur sanki. Kaderi bellidir. Bu yüzden ne kendi arayışı, ne sevgiyi bulamayışı şaşırtıcıdır. Tanrı olmaya çalışırken Tanrıya yenik düşmesi de bunun sonucudur.
İkincisi, “Yarım Kalan Yürüyüş”te öteki roman kişileri, Korkut Laçin’i anlatabilmek için yaratılmış birtakım kuklalardır sanki. Erkeklerin hepsi Korkut Laçin’in karşıtıdır, onun erdemlerine, özelliklerine sahip olmayan tiplerdir. Yani korkak, güçsüz, yalancı, hatta iktidarsız. Kadınlarsa, Korkut’un bir işaretini bekleyen dişi yaratıklar. (Sırası gelmişken, son yıllarda kadınlığın bunca aşağılandığı bir başka roman okumadım.) Hepsi Korkut’la var olurlar ancak. Korkut’suz hayatlarının bir anlamı yoktur.
İşte tam bu noktada kurgulamadaki başarı romanı insansızlaştıran bir işlev yükleniyor. Korkut’la ilişkili kişilerin Korkut’un kimliğini belirlemede araç olarak kullanılması, onların insaniliğini yok ediyor.
Korkut için de geçerli bu. Çünkü Eroğlu, belli sorunları tartışmak, kendi kafasındaki düşünceleri doğrulamak amacıyla çiziyor Korkut tipini. Bu nedenle Korkut’un kendini arayışı insani olanın dışında, kavramlar çevresinde gelişiyor ve gelip tanrı-insan ikileminde düğümleniyor.
Tanımaları, tanımlamayı seviyor Mehmet Eroğlu. Her şeyin adını koymayı da. Bu tavrı, roman kişilerini sınırlamaya, her birini bir kalıba dökmeye götürüyor onu. Soru sormuyor. Sorar gibi görünüp yanıtları sıralıyor. Romanı okuyup bitirdiğinizde, gerçekten bitiriyorsunuz. Bitiriyor.
CUMHURİYET /KÜLTÜR TARİH : 08 MAYIS 1986 SAYFA : 5 YAZAN : ATİLLA ÖZKIRIMLI