Afganistan savaşına katılan İngiliz askerlerin yüzlerini www.lalagesnow.com sitesinde “We are the not dead” resimlerinde görünce bu romanı düşündüm. Sitedeki genç adamların yüzlerinde büyük bir değişim vardı, savaş sonrası resimlerinde sanki başka insanlardı.
“9,75 Santimetrekare”de metnin başkişisi Ahmet de savaşı yaşamış bir adamdır ve yazarın deyimiyle o da “insanın, insan ölümünü izlemesinin kendi ölümünü izlemek olduğunu” kavramış “insan olmanın derin, onulmaz hüznünü hissetmesi” sürecinden geçmiş bir kişidir.
Romanda Mehmet Eroğlu savaşı yaşamış kara yazgılı adamlara değinir ve onların değişimini şöyle betimler: “İki aydır her gün saatlerce gördüğü Okan’da yeni olan ne vardı? Neden sonra fark etti. Gözleri değişmişti. İkisinin de bakışları aynı irkiltici ışıltıyla, ödüllendirilmiş suç ortaklığıyla parıldıyordu. Birbirlerine iki yeni insan gibi, hemcinslerini öldüren insan gibi bakıyor olmalıydılar.”
Yazarın Fay Kırığı Üçlemesi’nin son kitabı Rojin’den esen sert rüzgâr şimdi 9,75 Santimetrekare’nin satırlarında dolaşır; Rojin’in coğrafyasından tanıdığımız karakterler beş yıl sonraki yüzleri ile bu romana girer.
9,75 Santimetrekare’nin ekseninde geçmişte dağda yaşanan bir olay durur. 1993’teki Rojin öyküsünden beş yıl sonradır ama Ahmet de; Eroğlu’nun diğer roman kahramanları gibi acı çeken “dünyadaki acıyı nereye koyacağını bilemeyen” bir edebiyat kişisidir. O; dünü, bugünü, uzak, yakın çağrışımları ve bilinç yolculuklarını üst üste yaşarken roman 1977’den 2013’e, Anadolu dağlarına, Cihangir’e, Nefes Apartmanına, Bornova’ya, Gezi Parkına gider gelir.
ROMAN KİŞİSİNİN ZİHİNSEL YOLCULUĞU,
Ahmet, hem şu anı yorumlar hem de geçmişin görüntülerini sorgular. Roman, birinci kişinin ağzından anlatılır ama diğer kişilerin iç dünyalarını da betimler. Bu , klasik Eroğlu üslubudur; anlatıcı karşısındakinin ne düşündüğünü hisseder, onun mantığını takip eder; uzak ve yakın çevreyi aynı anda betimler.
Yazar; roman kişisini, olguları ve olayları Kant’ın algı kategorilerini anımsatan bir titizlikle çizer. Nicelik/nitelik/zaman/mekân/nedensellik bağlantılarını kurar. Geçmişi, neden sonuç ilişkilerini yorumlarken kurgunun ayrıntılarını milimetrik örer.
9,75 Santimetrekare’nin kişileri önce Ahmet’in zihninde görünür ve onun bakış açısıyla sunulur. Okur, önce Ayşın’la tanıştırılır. O; çağın hastalığından muzdarip “hiçbir şeyde yoğunlaştıramadığı, sadece kendine yönelik bir ilgisi” (sayfa 17) olan bir kadındır ve roman boyunca da değişmez, ilgisi kendinden başka bir şeye evrilmez. Ayşın, bedensel hazzı simgeleyen bir klişedir ve sanki insan türünün bu gereksinimini işaret etmek için romana girmiştir. Kötü değildir ama dört temel erdemi hatırlatan hiçbir şey yoktur onda.
Oysa Eroğlu; romanın diğer kadın kahramanına insani özellikler yükler. Adı Serap olsa bile Serap, cesarete ve adalete; zekâya ve ölçülülüğe çok daha yakın görünmekte, acı dolu bu dünyada aşkın hâlâ mümkün olabileceğine bir kanıt gibi durmaktadır. Bu karanlık anlatıda tek aydınlık nokta Serap’ın varlığıdır.
9,75 Santimetrekare’nin derin yapısı Nusret karakteri ile açılır. Rojin romanının “merakı olmayan kaşif’i, şehveti olmayan çapkını” Nusret’in öyküsü burada da sürmektedir ve bu öykü, romanın paralel kurgusunun önemli motifidir. Nusret’in sinemacı Zinar/Kaya ile olan diyalogu ve Psikiyatr Haydar’ın Ahmet’le olan diyalogu, romanın paralel kurgusunu örer. Bu diyaloglar, romanın dokusunda ikinci bir roman gibi durmaktadır ve artık okurun fikr-i takibi yitirmesi olasıdır.
Ahmet, tv dizilerine diyaloglar yazarak para kazanmaktadır ve romancılığında da oldukça iddialıdır “Ben, tembel okur sevmem” diye konuşur. Diğer romanda, Rojin’in karşılıksız bir aşkla sevdiği Nusret, bu metinde de benzer bir roldedir. Mehmet Eroğlu; iç içe gelişen bu iki romanı ortak bir temelde yükseltirken değişik bir kurgu oluşturmaktadır. 9,75 Santimetrekare’nin sebep sonuç ilişkilerini puzzle parçacıkları gibi akışa yerleştirerek okurun dikkatine sunmaktadır.
“RUHU BERELİ” ROMAN KİŞİLERİ
Mehmet Eroğlu metinlerinin temelindeki mesele burada da söz konusudur: Ölümle karşılaşan insanın tavrı. Öldüren insanın kendi ruhsal hesaplaşması.
Romandaki yaşlı adam ölümden değil sahipsiz ve yalnız ölmekten korkmaktadır. Vasfiye, hasta kocasını öldürmüştür. Köydeki kadın ölmemek için bebeğini kendine kalkan yapmıştır. Başka bir kadın ise bebeğine siper olmuş, kendisi ölmüştür. Bunlar romanın farklı motifleridir ve hepsi mantıklı nedensellik ilişkileri içinde anlatılarak romanın psikolojik çatısını yükseltir.
Bu ölümcül motiflerin en trajiği ise kahramanın savaşta vurduğu çocuğun öyküsüdür. Üstelik annesi onu korumak için ölümü göze almışken öldürülmüştür. Bu ölü çocuğun hatırası Ahmet Asteğmen’in ruhunu öyle berelemiştir ki adam, çekebileceği en büyük acıyı çekmektedir. Unutmayı, olayı bilincinin derinliğine gömmeyi denemiştir ama “öldürmek” unutulası bir anı değildir. Vicdan azabı, saklandığı yerde bir tümöre dönüşecek, kanserli bir hücre gibi çoğalarak yok edecektir eylemin sahibi Ahmet’i.
Ahmet ölümcül hastalığını, yani beynindeki tümörü tevekkülle karşılamayı zaten çoktan öğrenmiştir. Gider ve çocukluğunun şehrinde ölmeye yatar.
Evet, romanda sık sık anılan Kemalettin Tuğcu’nun öykülerindeki kadar çok ölüm okuruz. Hayatın asıl belirleyeninin “ölüm” olduğunu anımsatan puslu bir hazirandır ve her zaman Zordur, Haziran’da Ölmek.
9, 75 Santimetrekare, ölü çocuğun sesiyle, onu öldüren asteğmenin öldürme acısıyla ve bedenini çocuğa siper eden ölü annenin görüntüsüyle ölüm kusan bir coğrafyanın üstüne kapanır.
Bir adamın karısının yüzüne savurduğu kırık şişenin 9,75 Santimetrekare’lik izi, şiddetin ve ölümün bu topraklara attığı bir imza, silinmesi zor bir mühürdür artık.
Eroğlu, Mehmet, 9.75 Santimetrekare, İletişim Yayınları, 2014.