Söyleşiler

Uygarlığımızın savaşa karşı olduğunu sanmıyorum.  

Edebiyat dünyamız  “Issızlığın Ortasında” adlı kitabıyla yeni bir yazarı, Mehmet Eroğlu’nu kazandı.

1948 yılında İzmir’de doğan, ilkokulu, orta ve liseyi yatılı olarak aynı şehirde bitiren Mehmet Eroğlu, 1971 yılında ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. O tarihten bu yana inşaat mühendisi olarak çalışan yazarın ilk kitabı 1977 yılında Milliyet gazetesinin düzenlediği yarışmada birincilik ödülünü paylaşmıştı. Yankı uzun bir gecikmeden sonra yayınlanan ve üzerinde en çok tartışılan kitap olan “Issızlığın Ortasında”nın yazarı Eroğlu ile çeşitli konularda söyleşti.

Kitabınızın başında şöyle bir açıklama yeralıyor. “Bu kitapta anlatılanların gerçekle ilgisi yoktur. Ancak bütün bunların yalnızca hayal mahsulü olduğunu kim söyleyebilir.” Böyle bir açıklamaya neden gerek duydunuz? Anlattığınız dönemde sizin de öğrenci olmanızın bu açıklamayla ilgisi var mı? M.E. – Issızlığın Ortasında’da anlatıldığı biçimde bir olayın var olmaması böyle bir açıklamaya itti beni. Kişiler ve olaylar bu nedenle gerçek değildir. Ancak Ayhan, Ali, Halit, Nalan bu kahramanların psikolojileri, geride sezilen duygular, olayların ve politik gelişmelerin oluşturduğu atmosfer bunlar gerçektir. Bu gerçekler tipleşmiştir Issızlığın Ortasında’da.

Böyle bir açıklamanın konmasının başka bir nedeni de bu tür romanların başına gelebilecek bir yanlış anlamayı baştan önlemek. Issızlığın Ortasında gibi politik ve birey özgürü olan kitaplarda bazı kolaya kaçma heveslileri kişileri, geçmişte kalan kişilere olayları yaşanmış bazı olaylara benzetme eğilimindedirler. Bir yazar olarak beni ilgilendiren eylemciler değil genelde kişiyi eylemci yapan dürtülerdir.

Fakat o dönemde benim de öğrenci olmamın bu açıklamayla hiçbir ilgisi olmadığını söyleyebilirim. Yazmak için yaşamak gerekmiyorsa yazmak için tereddüt etmeme gerek yok.

Eroğlu: “Bir yazar olarak beni ilgilendiren eylemciler değil kişiyi eylemci yapan dürtülerdir.”

Roman 1970 gençlik hareketlerinden ve kişilerinden yola çıkıyor. Sizce nedir 70’lerdeki gençlik hareketleri ve siz eserinizde bu gençliği mi yargılıyorsunuz? M.E. – Türkiye 1965-1970 arasını, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı biçimde belirginleşmesiyle sonuçlanan bir dinamizmle yaşadı. Bunun sonucunda sözü edilen kitleler iktidar isteği ile ortaya çıktılar. Bu mücadeleye küçük burjuva radikalizmi de katıldı. 1970’lerdeki gençlik hareketi budur bence.

Bir dönemi anlatmak, olayı gazete manşetlerinde, iddianamelerde olduğu gibi anlatmak değildir. Romanımda inancın toplumsal bir tabanı, boyutu ve referans noktası olmalı. İnancın gerçek sahibi toplumdur. Kişiye düşen onu paylaşmaktır. Toplumdan kopartılmış kişilik sorunlarına göre revize edilen inanç değil, kişiselleştirilmiş inanç, yani inançsızlık sorgulanıp yargılanıyor. Ama bu yargılama nutuk atarak, akıl vererek değil kesinlikle. Olaya tamamen objektif baktığıma inanıyorum.

Issızlığın Ortasında da genellikle Türk romanında rastlanmayan bir biçimde ve boyutta savaş olayı var. Savaş ve barışla ilgili düşünceleriniz nelerdir? Savaşa karşı olmayan yazar yoktur muhakkak. Sizin düşüncelerinizi alalım. M.E. – Savaşa karşı olmak! Bu soruya verilecek cevap barışta bence bir anlam taşımaz. Çünkü şimdiye kadar savaştan yanayım diye cevap veren kimseyi hatırlamıyorum. Yine de elimize fırsat geçtiğinde savaşıyoruz. Cevabın inandırıcı olması için sorunun savaş sırasında sorulması gerektiği kanısındayım.

Ne düşündüğüme gelince: Adet olduğu gibi barıştan yanayım demek istemiyorum. Haklıdan yanayım demek daha doğru geliyor bana. Çünkü bazı savaşlar haklı savaşlardır ve o savaşlara karşı olmak insan onuruna karşı olmaktır. Aslında savaşa karşıyım demenin altında insanın insanı öldürmesine karşıyım demek isteği yatıyor. Bütün söylenilenin aksine uygarlığımızın din, ırk ve millet ayırımı gözetmeden savaşa pek karşı olduğunu sanmıyorum. Tüm dinlerde ve dillerde şehit ya da gazi için sözcükler ve iltifatlar vardır. Barış için güçlü olmak gerekiyor. Bu gerçeği kabulleneli epeyce zaman geçti. Dünyanın haline bakın barış çağrısı yapan ulusların hepsi güçlü ve tepeden tırnağa silahlı. Barışın ve insanlığın geleceği ise beynimizin kullandığımız kısmının yüzde dört beşlerden hiç olmazsa yüzde on beşe çıkmasını başarıp başaramayacağımız konusunda düğümleniyor.

Issızlığın Ortasında”da savaşın yer almasına gelince: Savaşın insanın toplumsal bir varlık olarak edindiği  bazı kavramların sınandığı bir insanlık durumu olduğunu unutmayın. Savaşta ya da bire bir ölçekte tehlike ile yüz yüze gelmenin insanda hangi mekanizmaları harekete geçirdiğini bilmek çok zordur. Cesaretin korkuya, korkunun cesarete, dengenin acımasızlığa dönüşmesi mümkündür. Uzun zamandır ben buyum, ben böyleyim diyen kişileri kuşkuyla karşılıyorum. Kişinin sahip olduğunu söylediği erdemlerin sınanmasıysa henüz bir varsayımdır. Varsayımlar da kanıtlanmış gerçek gibi kabul görmezler.

Eroğlu: “Bazı savaşlar haklı savaşlardır ve o savaşlara karşı olmak insan onuruna karşı olmaktır.

Roman kahramanı Ayhan çok çarpıcı bir kişilik sergiliyor. Neden Ayhan gibi birini roman kahramanı olarak seçtiniz? M.E. – Tutsaklığı, keskinliği ve psikolojik aşırılığı temsil eden birinin bir roman kahramanı olarak rahatsız edici ve çarpıcı olması bence olağan. Eğer ortalığı kasıp kavuran bir yangını duyurmak istiyorsanız bunu etrafa fısıldayarak duyuramazsınız. Haber vermeye çalışırken sesinizi yükseltmeniz gerekir.

Yazarken benim için önemli olan konudur. Biçim, olayların kurgusu, yalnızca konuyu daha açık anlatmak için vardır. Bu nedenle yazarken anlatılan konuya dümdüz yakından nişan almaya çalışırım. Bildiğiniz gibi silah sesi uzaktan duyulduğunda silah sesine benzer. Ateş edildiğinde yakındaysanız, duyduğunuz büyük bir gürültü ve yine büyük bir şaşkınlıktır. Bu açıklamaya göre Ayhan, yakın tarihimizde zaman zaman ortaya çıkan bir Türk tipini canlandırmaktadır ve yakından duyulan silahı andırmaktadır.

“Yazarken benim için önemli olan konudur. Biçim, olayların kurgusu, yalnızca konuyu daha açık anlatmak için vardır.”

Ayhan intiharın eşiğine gelmiş bir kişi. İntihar ediyor da… Katıldığı savaş (Kıbrıs çıkartması), savaşta insan öldürmesi, 70’lerdeki olaylar ve Ankara’ya dönüp kendisiyle hesaplaşması onu bu aşamaya getiren nedenler. Sizce bu normal bir davranış şekli mi? M.E. –  Öldürmek zorunda kalan, ölüme yakın yaşayan, kuşkular içinde yaşayan biri normal olarak intihar aşamasına da gelebilir. Yalnızca beyinle sürdürülen soyut bir yaşamın tek eylemi ölümdür. Ayhan da bu anlamda 1970’deki olayların ve düşüncelerin özüne bir bıçak gibi en kısa yoldan giren bir araçtır.

Şu cümleleriyle onu anlayabiliriz sanıyorum. “Bizim gibiler için hayat sadeleştirilmiştir. Hepsi birkaç düşünce ve duygu. Cesaret, özgürlük, kavga ve ölüm.”

Yoğun çalışma gerektiren bir işiniz var. Yazmaya nasıl zaman ayırıyorsunuz? M.E. –  İşim gerçekten çok zamanımı alıyor ancak yaptıklarımdan özellikle çalışmanın somut sonucunu görmekten çok memnunum. Yazmaktan kasdedilen kalemle bir beyaz kağıda yazmaksa ayırdığım zaman saat 22.00 ile 23.30 arası. Ancak yazmak bildiğiniz gibi bir süreç, fiil anlamında yazmak da bunun en son safhası. Aslında yazar kurmak, düşünmek, tipleri belirlemek gibi çalışmaları sürekli yapar. Belki de yazarlık bir anlamda beynin aynı anda en az iki şeyle meşgul olmasıdır. Yazmak için özel koşullar gerektiğine hiç inanmadım. Önemli olan istemektir. İsteyince her şeyi elde edebilirsiniz.

Mesleğinizle yazarlık ilk bakışta birbirine zıt gibi görünüyor. Bu konudaki düşüncelerinizi alalım. M.E. – Önce bu konuda zıtlık olduğuna inanmıyorum. Belki mühendis olan yazara az rastlanıldığından böyle bir soru akla gelebilir. Aslında mühendislik son derece somut bir iş gibi görünse de sonuçta en uygun çözümü bulma sorunudur. Uygun çözüm ise meselelere değişik bakış tarzını, değişik alternatifleri bulmayı kapsar. Birden fazla değerlendirilir. Alternatif ise muhayeleyi ve  disiplinli çalışmayı gerektirir. Bunun doğru olduğunu altı yıllık yöneticiliğim sırasında birlikte çalıştığım mühendislerde gözledim. Muhayele ve disiplinli çalışma bir yazar için de gerekli değil midir?

Sanıyorum yazılmış başka kitaplarınız da var. M.E. – “Issızlığın Ortasında” ödül kazandıktan uzun bir süre sonra yayınlanabildi. Ben kitabımı yayınlamadan, ne tür tepkiler alacağımı bilmeden başka romanlar yazmaya devam ettim. Şu an üç eserim daha basımı bekliyor. Bunlardan  “Geç Kalmış Ölü” yine Can yayınları tarafından Eylül ayında çıkartılacak. Diğerlerini de yine en uygun şartlarda yayınlamayı düşünüyoruz.

YANKI/HAFTALIK  HABER DERGİSİ TARİH           : 30 TEMMUZ – 05 AĞUSTOS 1984
SAYI              : 696
SAYFA          : 54-55