‘Sanat Olayı’ daha önce Latife Tekin’i ‘Sevgili Arsız Ölüm’ adlı romanı dolayısıyla ‘İlk Kitapları’ bölümünde, okurlarının değerlendirmesine sunmuştu. Bu defa ‘Issızlığın Ortasında’nın yazarı Mehmet Eroğlu’nu sunuyor . Yazarla sizin için romanı üzerine konuştuk, Hasan Bülent Kahraman eseri eleştirdi, Attilâ İlhan ise yazarı tanıtıyor.
Mehmet Eroğlu ve Issızlığın Ortasında
Mehmet’le, eskiden…
“Yanılmıyorsam ilk tepkim duyurulabilmesi için bir ‘yarışmaya katılmasını’ önermek olmuştur; kazanacağından hiç kuşkum yoktu. Yayınlanmasının sürüncemede kalmasını asla affetmedim.,,
Dört kişiydiler, ODTÜ’de mühendislik okuyan İzmir’li dört genç; Ankara’dan gelip, ‘Demokrat İzmir’ deki odamda (Mürettiphane’den sıcak kurşun buğusu, silinmiş muşambalar deterjan tütüyor, Teleks Odası’ndan flaş zilleri ) beni buldular. 12 Mart öncesinin, dağdağalı günleridir; gazetede, sonradan ‘Faşizmin Ayak Sesleri’ ne gerecek olan, şiddet aleyhtarı başyazılar yayınlıyorum; elbette tartışacağız. Geçen gün, Cafe Boulevard’ da bana romanını imzalarken, Mehmet dedi ki: “- Bizi o gün bir güzel fırçalamıştınız!” çünkü ‘Issızlığın Ortası’ nın yazarı, o dört delikanlıdan birisiydi: görünüşte sanata en az ilgi duyanı, en ağırbaşlısı; sessizliği, bilinmez hangi öfke birikimini çağrıştıran; handiyse tehditkar! On beş yıldır tanışıyoruz demek, on beş yıl bir ömür.
Sonra, Körfez’de vapur buluşmaları başladı.(Çağla yeşili imbat denizi, yüksek sıcağın çelik grisine çevirdiği bulutsuz gökyüzü ve martılar.) Karşıyaka’dan, hangi vapurla İzmir’e geçtiğimi biliyor; bakarım iskelede beni bekler, yol boyunca söyleşiriz. 12 Mart ‘depreminden’ sonra, kendini okumaya vermişti; ama nasıl bir okumak, yoğun, tutkusal, akıllıca! Haklıydı da; onun nesli edebiyatı küçümsemiş, estetiğin temel kavramlarını edinmeden, kuramsallığa dalmıştır; ‘arayı kapatması’ gerekiyordu, kapatacaktı. ‘Moda’ kitaplara hiç iltifat etmedi, bana o ara neleri okuduğumu soruyor, sırasına göre Nizan, Durrel, Aragon, Malraux, Koestler, Ehrenburg, Gary, Bodard, Schoendoerffer, sayıyorum; birer birer not alıyor, İngilizce çevirilerini üşenmeden getirip okuyor. Milliyet Armağanı’nı kazandıktan sonra, bir gün bana demiştir ki: “- Ben şanslıyım, okumaya sizin seviyenizden başladım, yoksa ıvırzıvırla on yıl kaybetmem işten bile değildi ”.
Artık Ankara’dayız; Tunalıhilmi’nin, kendini büyük şehir bulvarı sandığı, yanardöner akşamüstleri; havada, kavak tozları uçuşur; Bakanlıklar boşalmış, ortalıkta bürokrattan geçilmiyor. Bilgi Yayınevi’ndeki odamda, haftada en az üç kere, en çok da Cumartesi öğle sonları, geç vakitlere kadar çağdaş romanın toplumsal çatısı, görselliği, estetik kurgusu üzerinde laflanıyoruz. Henüz roman yazmayı düşündüğünü bilmiyorum, günün birinde, özür dilercesine ‘ Issızlığın Ortası’ndan bazı bölümlere, söyle bir ‘ göz atıp atmayacağımı’ soruncaya kadar da bilemeyeceğim. Oysa Mehmet bir ipek böceğidir, kozasını örmeye koyuluyor: İlk romanı bir türlü yayınlanamadığı halde, ikincisini üçüncüsünü yazması, dördüncüsüne kalkışması, bunu kanıtlamaz mı?
‘Issızlığın Ortası’, (Kitabın asıl adı budur, bence daha da iyidir) yayınlanmış olanından hayli farklı o ilk versiyonuyla, beni çarpmıştı; iki sebepten çarpıyor, önce ‘aynı kan grubundan’ çağdaş bir roman olmasıyla, sonra bunu Mehmet’in yazmış olmasıyla. Edebiyat ‘piyasamızdaki’ akıl almaz fikir sığlığı, imgelem darlığı, fantezi noksanı, konu tekrarı arasında, bu roman yanardağ soluğu gibi müthiş bir nefesti. Yanılmıyorsam, ilk tepkim, duyurulabilmesi için bir ‘yarışmaya katılmasını’ önermek olmuştur; kazanacağından hiç kuşkum yoktu;] tesadüfen armağan jürisinde bulunan Selim İleri, sonradan daha ilk sayfalardan romanın önemini nasıl fark ettiğini anlatacaktı. Yayınlanmasının sürüncemede kalmasını asla affetmedim.
Türk romanında anlatım boyutsuzdur, bilemedin tek boyutlu:Romancı olup biteni bazen ‘tarafsız’ çokluk ‘taraflı’ bir ‘gözlemci’ olarak, sadece anlatır. Aslında romanlaştırmanın, çeşitli olanaklarından yalnızca birisi olan ‘nakil’, Türk romanında ‘şaşmaz’ bir metod hükmüne girmiş; bunu aşamadıkça, çağdaş romana ulaşamayacağımız kesin; onun için de ‘çevrenin’ yazara özgü bir imge sistemiyle esere aktif olarak yansıması, bir şart; kurgunun, okurun aynı zamanda bir sinema (TV,video) seyircisi olduğunu unutmayarak, görsellik tabanına oturtulması, bir başkası! Mehmet’in ısrarla sürdürdüğü o İngilizce roman okumalarından, akıllıca anlayıp yazdıklarına uyguladığı, sanırım bunlar olmuştur. [Gizli fakat şiddetli tutkusallığı, iç dünyasının fantezi zenginliği, yaşantısının deneyim birikimi, denediği bileşimi daha da kişiselleştiriyor.]
Mehmet Eroğlu, ‘Issızlığın Ortası’ ile, Latife Tekin ve Orhan Pamuk’un yanındaki yerini almıştır. Yeni bir romancı kuşağının, öncüleri bunlar.
SANAT OLAYI İLK KİTAPLARI TARİH : TEMMUZ 1984 SAYI : 26 SAYFA : 64-70