Söyleşiler

“Türk Romanında Trajik Bir Kahraman”

Romanlarında ele aldığı temalarla  edebiyatı felsefeyle buluşturan Mehmet Eroğlu, Kuzey Erkil’in kimliğinde, Türk romanına trajik  bir kahraman sunuyor.  Eroğlu’nun son romanı “Düşırgınları”nın  baş kişisi Kuzey Erkil, varlığının sınırlarını arayan ve  ulaştığı  sınırları genişletmeye çalışan bir karakter.

Yazar, romanın temel  çatışkısını insanın eylemleri ve insanlık durumları üzerine kuruyor.  İnsanoğlunun belki de aşktan bile önce keşfettiği başka bir insanlık durumunun, insanın   ölüm karşısındaki davranışının peşine düşüyor.

Romanın yan karakterlerinden savaş gazisi  Emin,  “Hakkımda karar verirken şunu unutma:  İnsanın savaşırken iyi kalması mümkün değil”(sayfa 233)  derken aslında romanın temel sorunsalını da dillendiriyor.

Savaşan ve  türdeşlerini öldüren ya da onların öldürülmesine tanık olan bir insanın ruhsal ve bedensel anlamda “iyi olabilmesi”  artık mümkün müdür?

“Varoluşumuzun nedeni ve ruhumuzun ölümsüz tohumu aşk” bu  iyi oluşu sağlayabilir mi?

Yoksa aşk da ancak yara almamış ve dengesini yitirmemiş  bir ruhun “en narin ürperişi midir?”  Yaralanmış bir ruh için aşk, yıkıma giden süreci daha da hızlandıran bir unsur mudur?

Yazar, “Aşk,  yaşamımızı yüceltme,  yazgımıza meydan okuma çabasıdır.” (sayfa :68) diyor  ama o yazgı,  savaşta akan insan kanıyla yazılmışsa  belki aşk da bir işe yaramayacak, kişiyi acının girdabından kurtaramayacaktır. Öte yandan, acı çekmek de insanı olgunluğa götüren  en hızlı yolculuk değil midir?   Romanın ikinci kadını Çiğdem,   “Acı çekenin soylu olduğunu, daha insan olduğunu onunla yaptığım yolculuk öğretti bana.” (sayfa:161) derken aşkını geleceğe taşımayı becerecek ve küçük Şimal Bebek,  doğacaktır.

Romanın diğer âşık kadını Şafak ise,  “hayal kırıklığıyla sarhoş bir halde arabaya bindiği o garip akşamüstü” gelecek duygusunu  bütünüyle yitirecek ve tutkusu onu ölüme sürükleyecektir. İntihar eden genç kadının ölümü, Kuzey’in vicdanında  derin bir yara açacaktır.

Mehmet Eroğlu,  Düş Kırgınları’nda önce Kuzey’le Şafak, sonra da Kuzey’le Çiğdem arasındaki aşkı mercek altına alırken Kuzey karakterini de,  ince ayrıntılarla  oluşturur.

Elli yaşında, anılaştıramadığı hayatının taşınması ağır yükünü omuzlamış bir 68’lidir, Kuzey Erkil. Kendisi hakkında bir karara varamamış, yazgısını arayan (s: 129)  trajik bir karakterdir, Kuzey Erkil.

İkinci bölümde, Max Scheler’in    “Trajik suç, hiç kimsenin suçlayamayacağı bir suçtur.  Bu nedenle onlar için uygun  bir yargıç yoktur” (s:69)   epigrafı altında Kuzey Erkil’in trajik kişiliğini tanımaya başlarız.

KUZEY ERKİL’DE TRAJİK OLAN

Yazar, Düş Kırgınları’nın kahramanları arasından Kuzey Erkil’i öne çeker ve onu  kararlı eylemleriyle  tanıtır. Mekân olarak da mitolojiler toprağı Ege’yi, bütün denizi  yukardan kucaklayan bir yarımadayı seçmiştir.   Foça yakınlarındaki Karaburun’da,  üç tarafı deniz ile çevrili bu vahşi coğrafyada yaşama tek ve  cılız bir iplikle bağlı olan  Kuzey Erkil’i tanımaya başlarız.

Yazar, Kuzey’i, “gül parmaklı Şafak”la burada karşılaştırır.  Bu aşkı, onun kendini bir kez daha vuracağı  bir mihenk taşı kılar.  Yazar, sadece aşkı değil;  dostluk, hayır diyebilme, özyıkım duygusu, cesaret gibi başka insanlık olgularını da hep Kuzey’in üzerinden irdeler.

Ortaya çıkan portre, kaderle hesaplaşması bitmemiş, “kendisi hakkında bir karara varamamış, yazgısını arayan bir  insan!”dır. Edebiyatın en eski ürünlerinden Yunan tragedyalarından tanıdığımız trajik bir kahramandır o. Kendine âşık genç kadını uzaklaştırmıştır; buna dayanamayan  kadın ise,  intihar eder.  Bir insanın, hele de sevmeyi bilen  Şafak’ın bu  trajik ölümü, artık Kuzey’in sonsuzca kendini sorguladığı ana çatışkısıdır romanın. Köpek Benek’in ölümünden de kendini sorumlu tutar Kuzey. Iraklı mülteci kadının ardından  denize atlayamadığı için de  kendini suçlamaktadır. Üstelik de  “ölmeyi bilenlerin” kuşağındandır Kuzey… Filistin’de, iki ateşin ortasındaki günlerde, dünyayı değiştireceklerini düşünenlerin arasındadır.  Bütün Dostoyevski kahramanları gibi, kendini  herşeyden sorumlu tutanların soyundandır. “Dostoyevskien bir suçlulukla yoğrulmuş”tur adeta. (s: 156)

“Ölmeyi bilenlerin kuşağı”:  Bu kuşağın gözüpek delikanlıları ve onların yıllar içindeki  öyküleri  Eroğlu’nun romanlarında derinliğine  işlenen bir temadır.  Düş Kırgınları’nda  İhsan Hoca’nın ,  bu kuşak hakkındaki söyledikleri, karakteri anlamamızda bize yardımcı olacak ipuçları verir:

“Doğrusu, onun 68’li olmayı falan çok da önemsediğini sanmıyorum.  Zaten 68’lileri kendilerinden çok,  daha genç olanlar önemsiyor.  Ben?  İnsan Dostoyevskien bir suçlulukla yoğrulmuş, öfkeli bir bilinci olan böyle bir kuşağa nasıl ilgisiz kalabilir ? Şu açık ki, onların tutkulu, şehvetli bir insan severliği vardı…  Tanrı onları taşınmaz ağırlıkta bir yükle donatmış: vicdanla.   Laf aramızda,  bu özelliklerinin Tanrı’nın insanlaştırılması projesine çok uygun olduğunu söylemeliyim.   İnsanın  tüm erdemlerimizin boy attığı vicdandan ibaret bir varlığa dönüştüğünü düşünün…. Bilinçli bir seçim olduğuna emin olmamakla birlikte,  onların insanlık adına acı çekmeye soyunduklarını kabul etmek zorundayız.  Belki bizlere saçma gelebilir, ama onlar için insanlık kavramı bir din; biat ettikleri bir Tanrı’ydı.  Umutsuzca dünyaya bir iz bırakmaya çalıştılar.  Çabaları naifti, ama vazgeçmediler. Önemli olan bu.”  (s: 156)

68 kuşağından olmak ve  bu kuşağın ortak özellikleri, romanın  trajik baş kişisini anlamamızdaki  anahtarlardan biridir.

İşte  romandan 68’lilerle ilgili bir alıntı daha:

“…Bana sorsalar, acı çekmeyi sevenlerin, mazoşistlerin kuşağı derim.   Sanki  tüm acılarını yüklenmeye mecburuz… Anavatan yetmedi Vietnam, Güney Amerika, Afrika tabii Filistin de var…   İntihar eğilimimizin, yaşamımızdan vazgeçmeye yatkın oluşumuzun  ardında işte bu acılardan kurtulma isteği var bence.” (s: 153)

Roman boyunca  ortaya çıkan Kuzey Erkil portresi, Yazar’ın diğer romanlarından tanıdığımız karakterlerin dizildiği bir merdivenin en üst basamağında durur.  Kuzey, hem o karakterle akrabadır  hem de  tek başına  bir yerde durur.

Yarım Kalan Yürüyüş’ün acıyla içli dışlı olan, bedenini silah gibi kullanan ve uzak denizlerden gelen  Korkut Laçin’i de,   Issızlığın Ortası’nın savaşta kayıtsız kaldığı ölümleri asla unutmayan, onları anılaştıramayan Ayhan Asteğmen’i de oradadır.

“Geç Kalmış Ölü”de bir başka Ayhan,  yine kendi yazgısını sorgulamakta, intiharı   “anlamını yitiren ve art arda yenik düşen  benliğini kurtaracak,  kısa bir an için bile olsa yaşamaya değer bir yer” (S: 6) ve onu gerçekleştirecek bir eylem olarak algılamaktadır.

“Kusma Kulübü”nde tanıdığımız Umut, Şeyda’nın ardından suya atlayamamasını  sorgulayarak ve kendini asla affetmeyerek  oradadır.  Yukardaki alıntıda  vurgulandığı üzere, Umut öyküsünün sonunda  kendini vicdandan ibaret bir varlığa dönüştürmeyi başaran kişidir. O sıradanlıkla başladığı öyküsünü, vicdanını  duymayı öğrenince  değerli bir insan olarak bitirir.

“Adını Unutan Adam”ın ölümden kaçmayı onuruna yediremeyen delikanlıları, Filistin’de ateş altındaki  bir nehir yatağında hayatı birbirlerine sunmakta, (Kurada  gitmeyi ve kurtulmayı  temsil eden taşı kendilerine  saklayarak) ölümü kendilerine ayırmaktadırlar.

“Kişinin   ölüm karşısındaki duruşu, ölümle karşılaşabilme yeteneği ve canlılığın aydınlığına yok oluşun gölgesinin düştüğü o nokta, kişinin kendisini acımasızca sınayabileceği en  uç insanlık durumudur.” diyor, Mehmet Eroğlu (1)

Ve Eroğlu’nun yukarda bir kaçını hatırladığımız diğer roman kahramanları da kendi yazgılarını arayan, insan olarak kalmak isteyen trajik kahramanlardır.  İnsanı çevreleyen trajik çemberin üstünde akıl, vicdan, öfke, cesaret, dürüstlük ve aşk arasında kendi yolculuklarını  yaparlar.

Düş Kırgınları’nın Kuzey’i de,  bu insanlık durumlarıyla hesaplaşmasını sürdürmektedir. Bindikleri kırık dökük tekneyle kaçmaya çalışan mültecileri boğulmaktan kurtarmıştır; ama kızını kaybettiği için  kendini tekrar  karanlık bir gece denizine bırakan Iraklı kadının ardından suya atlayamamasının hesabını kendine bir türlü verememektedir. Kadının  “Binti, binti (kızım kızım)” diyerek ve bir an bile düşünmeden kendini suya bırakması, Kuzey’i asla rahat bırakmamaktadır.  O da kadının ardından düşünmeden atlayabilmeliydi, ama atlamamıştır. Bunu bilmek, Kuzey’i kendi gözünde asla temize çıkaramamaktadır.

Ama aynı Kuzey, gözü karalıktan  daha ötesiyle, cesaretle hesaplaşmıştır.  Arkadaşı Sami’nin anlatmasıyla öğreniriz ki arkadaşını vuracak bir tabancanın üstüne atlamakta hiç de tereddüt etmemiştir.  Sami’nin bacaklarını kurtaramamışsa da onu  ölümden kurtarmıştır. Kuzey’in trajik karakterini adım adım oluşturan Yazar, bu cesareti özellikle vurgular.  “Cesur biriydi.  Hiç kuşkum yok.   Birkaç kez şahit oldum.  Aldanmış olamam” (S: 64) diye konuşur Sami. Zaten özyıkım dürtüsü ancak cesaretle birleşince  ses getiren bir  eyleme dönüşmez mi?  ( Kuzey’in  intiharı romanın sonunda “en az on ton gelen kocaman bir kayanın, tozu dumana katarak yamaçtan aşağıya  iki yüz metre yuvarlanıp, onca evin arasından geçerek  Delikli Burun’dan denize düşmesi”nin sesiyle oldukça büyük bir ses getirir doğrusu. (s:243)

Kendi ölümünü tasarlayıp seçebilen “ölümlü” olmaya meydan okuyabilen, ölümsüzler arasına katılmayı başarabilenlerin soyundan biridir o. Dost olabilmek de,  ancak kendi gelişim çemberini tamamlamış bir insanın yaşayabileceği bir  deneyimdir.  Sami otuz altı yıllık arkadaşı Kuzey’le dostluklarını  şöyle tanımlar:  “Birbirimize hiç minnet duymadık; çünkü minnet gerçek dostluğu engeller.  O benim yoldaşım ve gerçek dostumdur.” (S: 65)

Kuzey Erkil’i Türk romanına trajik bir karakter olarak koyan eylemi,  son bölümdeki intiharıdır.  Bu intihar, bir anlamda, sevgilisi Şafak’a hayat borcunu ödemesi ve evlât edindikleri köpeği koruyamamış olmaktan doğan utancını  temizlemesi demektir.

Onun intiharı, hayatla ilgili bir sorunu olan  ruhsal dengesi bozulmuş kişinin intiharı değildir. İntiharıyla bir ders vermek niyetinde değildir. Birinden öç almak ya da bir şeyden kaçmak da istememektedir.

Kuzey, intiharıyla kendini gerçekleştirmektedir. Başka türlü davranması mümkün olamadığı için böyle davranmaktadır. “Başka türlü  eylemde bulunabileceği halde, böyle eylemde bulunur.   Kişi için başka türlü eylemde bulunma olanağı olmasına rağmen,  o bu olanağı yok eder ve trajik bir kişi olur.” (2) diye tanımlar, İoanna Kuçuradi, edebiyat eserindeki  trajik kişinin yapısını.

“Onu sevmeydim ölürdüm (…) ama şimdi severken de ölüyorum”  (s.91) diye betimler durumunu Kuzey. İki tarafı da doğru, ve iki yönü de  haklı olan bir yargıdır bu.  Ve bu sevginin tek şartı, yine  ölüm gibi gözükmektedir.  Kuzey,  aşkı hem kendisinin varlık şartı olarak görmekte hem de reddetmektedir.  Ancak Kuzey  ölürse,  önermenin iki tarafı da gerçekleşecektir. Sevdiği kadının intiharı ise Kuzey’in trajik eyleminin şartıdır. Zorunludur. Bu  kahramanın psikolojik yapısından kaynaklanan bir  ‘iç zorunluluk’tur.

“Trajik durumda kişinin bir ve aynı eylemi, onu sıradan insanların üstüne çıkarır, ama öbür yandan da yok olmasına yol açar çoğu zaman. Şu var ki kişiyi trajik durumlara düşüren doğal eğilim, her insanda bulunmaz; aynı yapıda değildir  bütün insanlar.  Sıradan insan,  yüksek değerlere göz yumabilen insan, aynı durumu başka türlü karşılar.”  (3) diyor,  edebiyattaki trajik kahramanlar üzerine  düşünen, İoanna  Kuçuradi.

Romanda  kahramanın  hayatına son vermesi, kendine  önerilen aşkın bedelini ödemesi ve kendini affetmesi anlamındadır. Bu durumda, bir yaşam son bulmuş ama  başka bir  değer ortaya çıkmıştır ki trajik olan da budur.  Şafak’ın  aşkının  ve ölümünün bedeli ödenmiştir.

Kuzey,  var oluşunun sınırlarını zorlarken  aklından önce bedenine yönelmektedir.   Bedenini fiziki olarak acıtmaktan kaçınmaz; kurşundan, ateşten, yaralanmaktan kaçmaz.

Sınırlarını arayan ve zorlayan bu adamın alkolle olan dostluğu da  sınır tanımaz. “Özyıkımından  haz alan bu adam” (s:67)  ölesiye içmektedir.  Bu adamın  kişiliğinin  en görünen  yönü, ayyaşlık derecesindeki alkol bağımlılığıdır. Bir tragedya  kişisi gibi,  boynunda taşır, kişiliğinin bu kusurlu yönünü.

Kuzey’in güncesinden alınmış bölümler,  yazgısıyla savaşan bu adamın gökyüzüne  fırlattığı keskin birer çığlıktır adeta. (bakınız, sayfa: 7, 67, 117, 163, 203) Bir yandan Tanrı’ya sığınız, ondan yardım ister, öte yandan suçlar onu. Sahnenin önünde, tek başına teatral bir ifadeyle tiradını  okuyan  ilk çağ oyuncusu gibi konuşur.

Kendini acımasızca  yargılayan bu dramatik  kişiliği en iyi arkadaşı ve yoldaşı Sami anlar. Acıya yazgılı bu iki adam, aynı  serüveni birlikte yürümüştür.  Sami, Kuzey’in teatral intiharını  şöyle yorumlar:  “Ölümsüzler, kendi ölümünü tasarlayıp seçebilenlerdir.   Bana sorarsanız Kuzey, gençken yakalayamadığı fırsatı şimdi kaçırmadı.” (s: 244)

Varlık Ekim 2005 Çiğdem Demir

1.      Mehmet Eroğlu ile söyleşi, Varlık Dergisi Nisan 2004 2.      Sanata Felsefeyle Bakmak, İoannna Kuçuradi Ayraç Yayınları, s: 49 3.       Sanata Felsefeyle Bakmak, s.19