Söyleşiler

Mine Olgun – Belleğin Kış Uykusu yayımlanmak üzere… Yazma sürecinizden bahseder misiniz?Mehmet Eroğlu – Romanı 2005 yazında, tatilimi geçirdiğim Karaburun’da, yüzerken bir dalış sırasında geçirdiğim küçük bir kazanın ardından aklıma gelen sorunun peşine takılarak yazdım. Soru şuydu: Acaba acıyı hayatımızdan çıkarsak ne olur? Bu soruyu başka sorular izledi. Acı yok olursa onunla birlikte, başka neler ortadan kalkar? Merhamet? Adalet? Vicdan? Hatta aşk? O sırada bir önceki romanım Düş Kırgınları’nı tamamlıyordum. Konu zihnimde alttan alta gelişirken beş ay kadar bekledim, Düş Kırgınları yayınlandıktan sonra da sekiz ay içinde Belleğin Kış Uykusunu bitirdim. Aslında ilk başta bir oyun olarak planlamıştım ama sonradan romana dönüştürdüm.

M.O. – Belleğin kış uykusunu yazı serüveninizde nereye koyuyorsunuz? Daha önce yayımlanan kitaplarınızla karşılaştırmak gerekirse nerede duruyor? Bu kitapla şimdiye kadar yapmadığım bir şey yaptım diyebileceğiniz bir yenilik var mı? M.E. –  Belki şunu söyleyebilirim. Bay M yarattığım roman kahramanlarının içinde “büyük hayat” yaşamış ötekilere hiç benzemiyor. Yazarlar ya insan yaratırlar ya da çevrelerinde gördüklerini yazarlar. Bay M, benim öteki kahramanlarımdan farklı olarak çevremizde rastlayabileceğimiz tiplerden birisi. Yenilik demeyeyim ama farklılık, kahramanının az önce belirttiğim kişiliğinde. Öte yandan yaptığım şeyi bu romanda da sürdürüyorum. Yani insanı araştırıyorum. Ben genellikle insan yaratılışının merhamet ve kıyıcılık gibi birbirine zıt kavramlarının birlikte yer aldığı o gölgeli alanında boy atan temalarını ele alırım. Belleğin Kış Uykusu’nun teması bu alanın kıyısında yer alıyor.

M.O. –Eserlerinizde genel olarak “insanlık durumu” resmediliyor. İnsanlık durumu romanlarımda anlattığım gibidir cevabını verme ihtimalinizi göz önünde bulundurarak yine de insanlık durumunu soracağım size… M.E. –  Gerçek edebiyatın çabası, insanda hep var olan ama o güne kadar gün ışığına çıkmamış bir insanlık durumu bulup, altını çizmek ve onu insana ilişkin bir gerçeklik haline getirmektir. İşte Romeo, Jülyet ya da Don Kişot. Her insan da bu insanlık durumu vardır ama bu gerçekler edebiyat yoluyla hayatımıza karışmışlardır. Bir de İnsanlığın durumu var? O nasıl, diye sorarsanız, tabii ki “berbat” derim!  Durum hakkında bir fikir edinmek için etrafa bakmak yeterli. Galiba insan bu gezegenin üstünde yaşayan bir tür olarak, yaşamındaki amacını aştı. Gezegenin bir parçası olmak yerine efendiliğini seçti. Dünya bugün de, hâlâ Conrad’ın, Schoendorferr’in, Romain Gary’nin romanlarında anlattığı o yamacı Batı uygarlığının sultası altında. Günümüzde revaçta olan ve bize önerilen değerler batı kültürünün değerleri, ama aynı Batı, hem gezegenimizdeki yoksulluğun nedeni, ham madde yağmasının da bir numaralı suçlusu.

M.O. –  Hatırlamak ve unutmak romanlarınızda sık sık karşılaştığımız temalar. Bu iki kavramın önemi nedir? M.E. –  Hemen küçük bir düzeltme yapayım, unutmak değil, unutmamak kavramının üstünde dururum ben. Öyle ki, sık sık, “en son unutan ben olacağım” derim. Aslında bu iki kavram da bellekle ilgilidir. Ben edebiyat yoluyla toplumsal belleğe kayıt düşmenin peşindeyim. Unuttunuz mu, direnmekten de vazgeçersiniz. Oysa anılar bize gerektiğinde öfkeli bir bilinç hediye ederler.

M.O. –  Belleğin Kış Uykusu M.’nın merkeze alındığı bir roman. Ancak M. Yaşamı şiire değil düzyazıya benzeyen, tutkusuz birisi. Büyük hayatlar büyük adamlar içindir, M. İse sadece kendi hayatının kahramanı. Bir yandan da etkisiz eleman gibi. Neden böyle bir kahraman? Daha doğrusu vicdan, suç, masumiyet, gibi kavramları böyle bir kahraman etrafında sorgulamak günümüz insanının belleksizliğini düşündürdü bana… Tanımadığımız bir insanın acısına üzülmemek ya da kendimizi bile tanımıyor olmak. Yabancılaşma diyebiliriz belki de? M.E. –  Belleğin Kış Uykusu, tırnak içine alarak söylüyorum, “çevremizde gördüğümüz sıradan insana” şefkatli bir bakışın öyküsü. Aslında acısına sadakatini sürdüren, geçmişinden ve belleğinden kopmayan insanların sandığımızdan daha cesur olduklarını göz ardı etmemeliyiz; hatta belki de çoğu cesur insandan daha yürekliler. Unutmayan, ruhsal acıyı bilen ve tanıyan insan, başka varlıkları acılarına da duyarlı olur. Mutluluk bizi sıradanlaştır ve belleksizliğe götürür. Acı, tersini yapar.

M.O. – Kahramanımız, suç/masumiyet, geçmiş/gelecek, iyilik/kötülük, unutmak/hatırlamak, aşağıda olmak/yukarda olmak gibi çatışan değerler arasında kalıyor. Kusma kulübü de insan eğer insan kalacaksa bir taraf tutmak zorundadır diye başlıyor. Taraf tutmak zorunda kalan M. Kahramanımızın seçim hakkı var mı yoksa roman bir seçimden çok zorunlulukla mı noktalanıyor? Peki, çoğunlukla tarafsız kalan günümüz insanına bir gönderme var mı? M.E. –   Mesaj? Belki şunu söylüyor Bay M: Unutmak ve geçmişten vazgeçmek, seçilebilecek yollardan en kolayı. Ancak unutmak, acıdan kurtularak yalancı mutluluğu seçmek aslında belleksizliği seçmektir. Bu da yaşarken ölmek gibi bir şey. Hayatın dilediğimiz gibi saf olmadığını kabul etmeliyiz. Tattırdığı tüm mutluluklara karşın önlenemez dramlar, kaçınılmaz trajediler sunan bir kokteyldir hayat; sevinç ve acının hangi ölçüyle birleştiği belirsiz bir karışım. Geçmişle bağını koparan gelecekse yönsüz bir seçimi hatırlatıyor bana. Gelecek ancak geçmişle bir bağ kurarsa anlam kazanıyor. Geçmişi olmayan gelecek, ipini koparmış uçurtmayı hatırlatıyor bana.

M.O. –  Herkes vicdanının elverdiği ölçüde özgürdür gibi hafızaya kazınası sözlerle dolu bu kitap. Romanın kalbinin attığı bir cümle var mı? M.E. –  Roman birkaç sorunun ve tespitin etrafında şekilleniyor: Acaba hayatımızdan acıyı çıkarırsak bizi nasıl bir gelecek bekliyor olur? Ne denli acı verirse versin acaba insan başka bir hayat için kendi hayatından vazgeçebilir mi? Ve tabii bir de romanın başındaki alıntı: “Bir neden aramak, sevgiyi yok eder. Sevilen bir şeye anlam uydurmak, yalan söylemektir…” Yani gerçek sevgi nedensizdir. Cevabı bir soruyla noktalayayım: Seven bir insan, acı verse de anılarından vazgeçer mi?

M.O. –  Bu romanla okura ne vaat ediyorsunuz? M.E. –  Belleğin ve sevginin önemini hatırlatmayı gözettim. Belki bir de edebiyatın anlamının bir kez daha altını çizmeye çalıştım. Edebiyat bize yaşamadığımız, yaşayamadığımız ya da yaşayıp de farkına varmadığımız hayatlar hediye eder.

Nokta Dergisi Kasım 2006 Mine Olgun