Mehmet Eroğlu’nun bütün yapıtlarında, daha güzel bir dünya kurmak için eyleme katılan roman kişileri, ağır karşılıklar ödüyorlar. “Biz seyirci değildik, hayatı seyretmekle yetinmedik.” Diyor onlar; ancak yaşamları da altüst oluyor… Ölüm –yaşam,cesaret- korku, özveri – ihanet, savaş – aşk, sevecenlik – şiddet, geçmiş – gelecek arasında hesaplaşmalar, sürekli gidip gelmeler, onları derinden etkiliyor.
Yürekli genç adamlar
“Yürek Sürgünü” ndeki Kadir Solak, 23 yıldır süren böyle bir hesaplaşmanın içinde. Yaşamları bütün bu süre boyunca birbirini etkileyecek bir grup arkadaşıyla 1968’de Filistin’de olduğunu öğreniyoruz. 1969’da Şeria ırmağına yakın bir tepede Murat, çektikleri kurada hile yaparak geride kalıp hayatı pahasına arkadaşlarını kurtarıyor. 1970’te döndükten sonra kendi ülkelerinde de eylemleri sürüyor. Hapisler, işkenceler, sürgünler yaşamlarını derinden etkiliyor. Örneğin Halit’in ödediği alabildiğine yüklü bedel, kuşağın yitirdiklerine sadece bir örnektir: Bir bacağından olmuştur. Hınıs’ta sürgündeyken evlendiği eşiyle küçük kızını birlikte geçirdikleri trafik kazasında yitirmiştir. Ancak çıkış yolunu o başkalarından büsbütün ayrı bir noktada, İslamcı eylemde bulmuştur! 1991 yılında bütün bu arkadaşlar ayrı ayrı çıkmazlar içindedir “Bir çağ ölürken yenisinin doğmadığı bir zamanda” yaşadıklarını düşünürler. Murat’ın Berlin’de sürdürdüğü siyasal eylem, onu köşeye sıkıştırmıştır: “Artık parti diye bir şey kalmadı. Duvar yıkılır yıkılmaz dağıldı. Tıpkı iskambilden yapılmış bir kule gibi.” Nihat, sırtını iş çevrelerine dayamıştır. “Yargıçlarla anlaşamadığı için” avukatlık stajını bitiremeyen Kadir, romanlar yazmış ancak dönüm noktası onun da önünü kesmiştir. “Ben 1968’i özlüyorum. Hala 68’de düşündüklerimin de, karşı çıktıklarımın da doğru olduğuna inanıyorum. Hala aynı rüyayı gözleri açık görmeye çalışıyorum.” demektedir.
“Yazdıklarımı ciddiye almayın. Kimse artık hayatı romanlardan öğrenmiyor” diye konuşan Kadir, yazmaya yeniden başlayabilse, “-kendisi de dahil-herkesi yargılayacak” tır. Ancak “asıl peşinde olduğu 42 yaşındaki bir adamın uzun süredir kayıp olan gerçeğini bulmak” tır. Bu arayış boyunca Kadir’in geçmişle hesaplaşmasına, gönül serüvenlerine ve değişen değerlerin tartışılmasına tanık oluruz.
Eroğlu’nun romanının Osmanlı geleneği, Cumhuriyet dönemi, İslamcı eylem gibi konular bakımından düşündürücü yanları var: “Dünyayı güzelleştirecek rüyalar görmekten vazgeçmedim…” diyen ancak “İslamcılar” arasına sürüklenmiş olan Halit’e göre İslamiyet “çoğu toplumsal içerikli” ilkelere sahiptir: “sömürüsüz, halkça paylaşımı öngören, adaletli düzen” dir; “kadına kadınlığını, onurunu iade eden dindir”; günümüzde yaygınlaşan İslam eylemcileri hareketlerini “neredeyse sınfsal bir temele yaslamaya ” çalışmaktadır; “kapitalizmi eleştirme misyonu” nu devralmışlardır: “70’lerdeki grev gözcülerinden birçoğu bu seçimde Müslümanlara oy verecek. 68’de büyük şehirleri kızıl kuşak gibi çevreleyeceğini hayal ettiğimiz devrimci gecekondu mahalleleri şimdi onlardan yana.”
Halit, laik Cumhuriyetin İslam dinine yaklaşımını suçlamaktadır: “Cumhuriyet dönemi İslamiyeti hep bir tehdit olarak algıladı, bu nedenle de sadece kontrol etmeye çalıştı… Kemalistlerin yaklaşımıyla, Müslümanlık deyince aklına hemen çember sakallı, gerici hoca imajı geliyor.”
Başka kahramanlar da din ve tarih konularında Halit’in ve yeni çevresinin benimsediği bu türden görüşleri ileri sürerler: Hanım Sultan torunu ve Klasik Türk musikisi konusunda bir otorite olan, Atatürk için “Sabiha Sultan’ı alıp saraya damat olmak için yanıp tutuşuyordu” diyen, “Damat Ferit yerine, Damat Kemal olsaydı” hanedanın da ülkenin de kurtulacağını ileri süren Ebüzziya Bey’e göre A.A. Saygun, H.B. Yönetken, M.R. Gazimihal gibi “Cumhuriyetin resmi ideologları” yanılıyorlardı: “Türk müziğini, Batı ölçüleriyle armonize edemezsiniz, çünkü bizim müziğimizde çeyrek ses yoktur… Çok seslilik uğruna bütün bir müzik mirasımızdan vazgeçmemiz öneriliyor.”
Kızı, damadı, torunu sol eylem içinde yer alan yaşlı profesör Rıza Bey, Cumhuriyet dönemi aydınlarının tarihe ve dine karşı tutumunu kıyasıya eleştirir: “Cumhuriyet dönemi, bizi yedi yüz yıllık büyük bir mirastan yoksun bıraktı. Rakibi olduğu için Osmanlı dönemini yok saydı… Bizim aydınlarımız laiklik perdesinin arkasında ateisttir ve kişiliklerini zenginleştirebilecek bir unsurdan, Müslümanlıktan habersizdir ya da Müslümanlığa karşı hep düşmanca bir tavır alırlar.” Ona göre: “Sorun, aydınların yetmiş yıl önce dinden boşanmış olmaları… Şimdi yapılması gereken… bu ayrılığı sona erdirmek; aydınları ve dini tekrar evlendirmek.”
Romancı bütün bu görüşleri çürütmekten, kahramanlarına yanıt vermekten, ortaya atılan savların temelsiz, tutarsız, yanlış, sudan şeyler olduklarını açıklamaktan nedense kaçınmaktadır!
Kadir, romancının daha önceki dört yapıtında baş kişilerin taşıdığı nitelikleri yine kendinde topluyor: Lale’ye göre “alaycı, akıllı ve dürst” tür; Metin’e göre “kadınların aşık olabileceği ama asla birlikte yaşamaması gereken erkeklerden” dir. “Sizde yalnızca kendinize ayırdığınız zehirli bir yalnızlık içgüdüsü var… Siz güzelliği, değerini bilerek seyretmek yerine onu avuçlarının arasına alarak tüketip solduranlardansınız.” Onun kadınlarla serüvenleri, cesareti, içkisi, sigarası, silahla, ölümle alışverişi, romanın büyük bölümünü dolduruyor. Bu sonuncu izlek, kahramanın hiç de derinliği olmayan buluşlarıyla karşımıza çıkıyor: “Birden ölümün her türlü karmaşık açıklamanın ötesinde ne denli basit ve yaşamla içiçe olduğunu kavradı… Birden ölümün de tıpkı aşk ya da gelecek gibi bilinmeyene yönelen dramatik bir merak olduğunu kavradı.” Sık sık da onun kendi yüreğiyle hesaplaştığı dile getiriliyor. Özgürlük, sorumluluk konuları gündemde yer alıyor. Tabii sonunda gözde kadınına ulaşacak, artık “geleceği karşılamaya hazır” olduğunu ispatlayacaktır!…
Yapıttaki romancı Kadir’e göre “Roman kahramanları, biraz yazarın kendisi ama genellikle olamadığı, daha çok da olmak istediği kişidir.” Kadir’in romanları ise, arkadaşı Halit’e göre “Pek iyi olmayan, modası geçmiş kavramlara saptanıp kalmış” şeylerdir. Cem’e göre, “yazmasının asıl nedeni, anormalliğinin gizli kaynağı, ölümle yüz yüze gelebilme yeteneği”dir.!
Eroğlu’nun kendi romanına gelince: 68 kuşağından bir grup insanın 1990’lar daki bu serüveni, toplumun ibret verici görüntülerini sergiliyor. Doğrusu, anlatılanlar merakla da okunuyor. Kendisi yetimhanede yetişen ve bir yetim çocuğu para karşılığında geçici bir evlilik yaparak yanına aymaya çabalayan telekız Hülya,köşeyi dönmüş eski eylemci Nihat’ın karısıyla baldızının ve “Cumhuriyet muhafızı, emekli müsteşar” kayınpederinin yatağını paylaşan Cem, yaşamına müzikle anlam kazandırmaya çabalayan Fazilet, İslamcı militan Zeynep gibi ikincil kişiler uzayıp giden serüvene renk kazandırıyorlar… Ancak asıl Kadir’in Foça’da babaannesinden kalan toprağa yaptığı yolculukta karşılaştığı çevre, burada geçmişiyle hesaplaşırken sahneye çıkan kişilikler, insan ilişkileri alabildiğine derinliği olan yerli, sahici, inandırıcı yaşamlar sergilemektedir.
Eroğlu’nun anlatımına abartmalar, gereksiz süsler zarar vermiş görünmektedir. Bir yerde kahramanı, “Gözbebeklerinde yıldızlar var! Böyle bir cümle yazacak olsa, öfkeyle üstünü karalardı.” diyor. Ama Eroğlu’nun kendisi gene “yıldız”la ilgili söz oyunlarını kahramanından daha da beceriksizce sıralayıp duruyor: “Gökyüzünde yıldızlar karanlığı delip ortaya çıkarken yanında olacaktı… Bahçenin üstündeki tanımadığı yıldızlar gökyüzünü yabancılaştırmıştı… Ruhunu gözlerinden emip yıldızlarla kaplı gözleriyle kendi ruhuna akıttığını fark etti.” Şunlar da romanı dolduran zevksiz, zorlama, itici benzetmelerden sadece birkaçı: “Cesaretinin kuruyan bir leke gibi küçüldüğünü hisseti… Dost serinlik, göğsündeki, kağıdın üstüne dökülmüş mürekkep gibi dalga dalga büyüyen ağrıyı yatıştırmadı… Yere düşüp parçalanmış şekilsiz bir jöleyi andıran elli kişilik bir topluluk… Sanki iki uzun ağaç tarafından bıçaklanan gökyüzü delinmiş, bütün karanlığını bahçenin üstüne akıtmıştı.” Romancı “Sükut-u hayal” diyor. Romandaki Osmanlı hanedanı üyesi “Yavuz Sultan Süleyman Han” diyebiliyor. Akıl almayacak, bağışlanamayacak yanlışlar!…
MİLLİYET SANAT DERGİSİ
TARİH : 15 ŞUBAT 1995
SAYFA : 22-23
YAZAN : KONUR ERTOP