Söyleşiler

Gazi Üniversitesi – “Taraf tutup insan kalanlara…” adıyorsunuz “Kusma Kulübü” romanınızı.  Peki, sizin ilk kez “taraf oldum” dediğiniz bir an var mı? Ve yazmak bir nevi taraf tutmak mıdır?Mehmet Eroğlu – Lisede yatılı okurken dört arkadaş bir gün okuldan kaçmıştık. Gece geç vakit, Bornova’nın arka sokaklarından birisinde yaşlı bir adamın hüngür hüngür ağladığını gördük. Beyaz sakallı adamın ağlayışı hepimizin yüreğini burktu. Adama ne olduğunu sorduk. Yaşlı adam hıçkırıkları arasında durmadan “kağıdı kaybettim, beni havuza atacaklar,” diye inliyordu. Durum bir süre sonra açığa çıktı. Adam yoksul ve kimsesizdi. Hastaydı da. Muhtarlıktan aldığı, ölümü halinde defin işlemlerinin muhtarlıkça yapılacağını belirten evrakı kaybetmişti. Bize üstünde o kağıt olmadan ölürse, kimsesiz olduğu için onu tıp fakültesinin kadavra havuzuna atacaklarını, gömmeyeceklerini söyledi. Söylediklerini duyunca yaşlı adamın –Hasan Amca’nın- yanına oturup hüngür hüngür ağladık. İşte orada, o anda çocuklarının ve yaşlılarının ağlamayacağı bir ülke için her şeyi yapacağıma, hayatım boyunca yoksulların yanında yer olacağıma yemin ettim. Öte yandan yazmak tabii ki taraf tutmaktır. Çünkü sanat, özellikle de edebiyat aynı zamanda bir toplumsal eylemdir de. Edebiyat hayatta var olmayan eşitliği sağlamada önemli bir araç, toplumsal vicdanın derinleştirilmesi yolunda büyük bir fırsattır.

G.Ü. –  Romanlarınız şiirden ve şiirin gerektirdiği ahenkten ve imgeden hiç de uzak değiller. Cümlelerinizin, sizi yakından takip eden okurlarınız tarafından ezberlenmesinin en büyük sebebi budur belki de! M.E. – Cümlelerimin önemsenmesinde belki bu da bir nedendir. Ama bu cümleler, müzikalitesi ve imge değerlerinin ötesinde aynı zamanda içinde birer tespit de barındırıyor. Yani, insanı, nesneleri kavrayışımızı derinleştirme amacı güden bir özelliği de var. Öğrencilerim bu nedenle olacak, romanlarımı tarayıp bu tür cümleleri belirlediler, sanırım yakında bir kitap olarak yayınlanacak.

G.Ü. –  “Yazmak için aşkın kendisine değil, acısına gerek duyarız” (Kusma Kulübü) “Ben en son unutan olmayı seçtim.” diyorsunuz bir söyleşide. “Buna acılarım ve utançlarım dâhil” diye ekliyorsunuz. Bu seçimi yapmış biri olarak toplum olarak genel hafıza kaybı rahatsızlığımızı nasıl değerlendiriyorsunuz? M.E. – Bence toplum olarak belleksizleşmemizi pek de önemsediğimizi sanmıyorum. İşte edebiyat burada devreye giriyor. Toplumsal farkındalığın artmasını sağlamada bize önemli ve etkili bir araç sağlıyor. Tarihe edebiyat yoluyla not düşmek mümkün.

G.Ü. –  Bir önceki soruyla bağlantılı olarak yeni dönem insanları/ gençleri (romanlardan da hareketle) içine kapanık, suskun, iç savaş halinde mi? (Servet-i Fünun gençliği mi var karşımızda yine?) M.E. – Bilmem bu soruya en iyi cevabı sizler verebilirsiniz. Ama akılda tutmamız gereken bir şey var. Sanat –bizim durumumuzda edebiyat- bize kendimizi derinleştirmek için olanak verir. Edebiyatla uğraşan “ yeni dönem insanları” derinleşme fırsatını elde ederler. Bunu unutmamalıyız…

G.Ü. –  “Savaşırken insan önce annesini yitirir.” / “Tanrı, deniz seviyesinde daha merhametlidir.” (Kusma Kulübü) Bu kadar savaş var etrafta ve bir sürü annesiz… Merhametsizliğimiz buradan mı ileri geliyor? M.E. – Merhamet erdemlerimizin anasıdır. Her türlü erdem merhametten doğar. Merhametsizliğimizin nedeni ise çağımızın en öldürücü hastalığı olan sıradanlıktır. Sıradanlığın nedeni ise hayata yönelik seçimlerimiz ve sığ bir vicdandır. Bu arada bir hatırlatma: Hayal kurmayan ve düş görmeyenler genellikle sıradan insanlardır.

G.Ü. –  “Benim kadar acı çekmedikçe Tanrı’ya inanmamı beklemeyin benden”  Zamanın Manzara’sı romanında böylesi bir meydan okumayla karşılaşır okuyucu. Felsefe hocanızın dediği doğru mu bu bağlamda: “Tanrı’yla meselesi olmayan hiçbir büyük sanatçı yoktur.” M.E. – Öyle; insan yaratmaya kalkıştığında karşısında en büyük yaratıcıyı, Tanrı’yı bulur. Tanrı, sanatçıya büyüklüğünü onaylatmak için gereklidir.

G.Ü. –  “Bütün sıra dışı adamlar gibi hem sabit fikirli, hem de inatçı… Ona, Elif’i sevmesini söyledikçe, yeni bağlandığı dinin Tanrı’sını asla inkâr etmeyecek biri kadar sofuca bir inançla, ‘Hayır’ diyor her seferinde… Oysa gözlerinde çok kadın sevmiş birinin yorgunluğu var. Böyle bir adamın kadınları sevmekten vazgeçmesi, her şeyden çok kadınlara haksızlık.”(Zamanın Manzarası) “Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı ” diyorsunuz yine romanda aşkın bu hali tensel bir çekimden daha güçlü değil midir? Gözlerin galip geldiği bu savaş kısa sürebilir mi? M.E. – Bilmem. Ama hangi cevabı veririseniz verin, bir şey değişmez. Çünkü aşk, hakkında söylenilen hiçbir şeyin saçma olmadığı bir konudur.

G.Ü. –  Ve son olarak Proust’un sorularından bir kaçını sormak istiyorum. (Kısa cevaplar verebileceğinizi hatırlatarak.)

En sevdiğiniz kelime: “Betimlemede yerini bulan her sözcüğü severim.”

En nefret ettiğiniz kelime: “Yok. Ama yukardaki cevabın olumsuz halini de düşünebilirsiniz.”

En nefret ettiğiniz ses: “Tiz ve çırtlak olanlar.”

Kahramanınız kim? “Çok”

Bir slogan söyleyin ki bu sizin hayat felsefeniz olsun: “Hayat, elden ne gelir.”

Nerede yaşamak isterdiniz? “Yazabildiğim her yer uygun.”

Tarihteki favori kahramanlarınız: “Çok…”

Bir kadında en çok beğendiğiniz özellik: “….”

En sevdiğiniz erdem: “Merhamet”

En sevdiğiniz şair, yazar: “Büyük hayat yaşamış olanlar”

Gazi Üniversitesi Söyleşi, 2009