Söyleşiler

Evrensel Kültür – ‘Fay Kırığı’ üçlemenizi bizimle paylaşır mısınız, nasıl bir çalışma oldu?Mehmet Eroğlu – Fay Kırığı üçlemesi aslında Türkiye üzerine düşünmenin doğal bir sonucu. Son yirmi beş yıllık tarihimize bakınca ne görüyoruz? Derin çatlaklarla birbirinden ayrılmış bir ülke; fayların iki tarafında kalmış insanlar ve bölünmelerin yol açtığı yıkım ve dramlar. Türk-Kürt, Laik-Müslüman ve zengin-yoksul: Bunlar üç önemli fay kırığı. Mehmet adlı ilk romanla başladığım Fay Kırığı üçlemesinde de işte bu sorunların oluşturduğu dünyalarda bu sorunları yaşayan insanlar anlatılacak. İnsanlar dedim, çünkü romanın odağında her zaman insan vardır.

E.K. –  Sayı doğrusunda orjinin sağında ve solunda kalanlar kitaplarınızda hep var. Önce “ayrı”ları anlatıp onları bir “bütün” içinde yoğuruyorsunuz. Söz gelimi, “BELLEĞİN KIŞ UYKUSUNDA” geçmiş ve geleceği, DÜŞ KIRGINLARI’nda yaşlı adam genç kızlar gibi. “FAY KIRIĞI 1’ de de iç içe yaşıyor olduğumuz ayrı dünyaları anlatıyorsunuz. Bize bu yönünüzü, sorgulayışlarınızı anlatır mısınız? M.E. – Bu tutumun, romana bakışımın ve yazar kimdir sorusuna verdiğim cevabın bir sonucu olduğunu söyleyebilirim: Roman, insanı anlatır ama o insanı oluşturan maddi koşulları, toplumsal kaneviçayı da olayların fonuna yerleştirir. Yazarlara gelince, yazar olmanın birinci niteliği muhalif olmaktır. Yazar, angaje olmamalıdır, ancak bağımsız yazar sorumsuz olamaz; insanlığa karşı görevleri vardır. Bu görev, sorgulayarak yaşadığı zaman dilimine ışık tutmayı ve ona müdahale etmeyi de kapsar. Uyumsuzlukları, çelişkileri belirginleştirmek, en azından unutturmamakla görevli olan yazar benliğinin kapılarını başka varlıkların acılarına açandır.

E.K. –  “Fay Kırığı” üçlemenizi ne zaman tamamlamayı planlıyorsunuz. Veya zaman olarak bir planlama yapabiliyor musunuz? M.E. – İlk plan, üçlemenin ikinci romanı olan ve laik- Müslüman bölünmesini ele alacak Emine’yi 2009’ un sonuna ya da 2010’nun başına bitirmek, üçüncü kitap, Güneydoğudaki savaşın anlatılacağı Rojin’i de 2012 de yayına hazır etmekti. Ama şimdi araya hesapta olmayan ama yazmazsam rahat edemeyeceğim yeni bir roman girdi, o yüzden bu tarihler en azından birer yıl gecikecek gibi görünüyor…

E.K. –  Okurlarınızdan nasıl tepkiler alıyorsunuz? M.E. – Benim çekirdek okuyucum –yani yazdığım her şeyi okuyanlar- genellikle tutkuludur. Övgüler ve hayal kırıklıklarının tonunu bu belirler. Ancak en çok aldığım tepki, hesap soran iletilerdir: İki roman arası bir yılı geçmeye görsün, hergün “yeni roman ne zaman çıkıyor,” diye acele etmemi isteyen mesajlar başlar. Asıl ilginç olanlarsa yeni okurlardır. Hemen hemen hepsi beni daha önce okumadıkları için samimi olarak özür dilerler.

E.K. –  Dizi ve film haline gelen yazdıklarınızı, yeni halleriyle nasıl buluyorsunuz. “Düş Kırgınlığı” oluyor mu? M.E. – Evet, senaryo denemelerim hep hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Ben de karar verdim. Eğer bir daha senaryo yazarsam, filmi de kendim çekeceğim.

E.K. –  Sizi Türk edebiyatının Dostoyevskisi olarak olarak tanımlayanlar var, bu yakıştırmayı nasıl yorumluyorsunuz? M.E. – İddialı ama bir yazarı çok mutlu eden bir tanımlama bu: Yakıştırmanın nedeni romanlarda, insanı ve insanlık durumunu yazdıklarımızın odağına yerleştirmek ve trajik insanı anlatmamız olmalı diye düşünüyorum. Ben de büyük usta gibi, insan yaratılışının gölgeli alanlarında boy atan temaları yazıyorum. Onun yaptığı gibi, insanı araştırmaktan vazgeçmiyorum.

EVRENSEL KÜLTÜR, 2009