Söyleşiler

Bir “Dövüş Kulübü” Çeşitlemesi

“…ezilenlerin büyük insani ve tarihsel görevi budur: Ken-dilerim ve aynı zamanda da ezenlerim özgürleştirmek, iktidarlarım kullanarak ezen, sömüren ve gasp eden ezen-ler, bu iktidardan ne ezilenleri ne de kendilerim özgürleştirme gücünü alamazlar. Sadece ezilenlerin zayıflıgından doğan erk, hem ezilenleri hem de ezenleri özgürleştirecek kadar kuvvetli olacaktır. Ezilenlerin zayıflığı karşısında ezenlerin erkini ‘yumuşatma’ yolundaki herhangi bir girişim kendini hemen her zaman sahte ‘yüce gönüllülük’ şeklinde ortaya koyar, hatta asla bunun ötesine geçmez. ‘Yüce gönüllülükleri’ni sürekli ifade etme fırsatına sahip olmak için ezenler, aynı zamanda adaletsizli?i de ebedîleştirmek zorundadırlar. Adaletsiz bir sosyal düzen; ölüm, çaresizlik ve sefaletle beslenen bu ‘yüce gönüllülüğün, sürekli kaynağıdır; bu da sahte yüce gönüllülük dagıtıcılarının, bu yüce gönüllülüğün kaynagına en ufak bir tehdit yöneldiginde niçin paniğe kapıldıklarını açıklar.”

Bu alıntıda yüce gönüllülük, taşıyıcı bir iskelet gibi, neredeyse. Anlamı oluşturuyor ve çoğaltıyor. Yüce gönüllülüğün sahtesi de aynı şeyi yapıyor kuşkusuz: Sahte yüce gönüllülük tam olarak ne mi? Ben de tam bilmiyorum ama, Dövüş Kulübü’nü okumak bana sanki ona dokunuyormuşum duygusu verdi.

“Gerçek yüce gönüllülük, sahte yardımseverliği besleyen nedenleri yok etme mücadelesinin ta kendisindedir. Sahte yardımseverlik korku içindekileri, boyun eğdirilmişleri,’hayatın reddedilmişleri’ni’, titrek ellerle avuç açmak zorunda bırakır. Gerçek yüce gönüllülük bu ellerin -ister bireylere ister halklara ait olsunlar- yardıma giderek daha az gerek duymasını iş gören ve dünyayı dönüştüren insan elleri haline gelmesini sagiamaya çalışmaktan geçer.”

Alıntılar Ezilenlerin Pedagojisi adlı kitaptan (Paulo Freire, Ayrıntı Yayınları, s. 22). Evet, belki biraz uzunca, ama ikisi de önemli. Okumaya başladığınız yazı, sahte yüce gönüllük ve sahte vicdan’la yüzleşmeyi amaçladığı, alıntılar da bu yazının omurgasını oluşturan fikirleri taşıdığı için önemli… Bu yazıyı sizlerle paylaşan kişinin okuduğu kitapları değerlendirmede bir ölçütü var. Bu ölçütle tartıyor o romanlarla öyküleri (ve di?erlerini de). O da şu: Metin, okuru, mevcut toplumsal yapının verili pazar ili?kileri çemberine kapatıyor mu, kapatmıyor mu? Eğer, öykü ya da roman okuru özgürleştiriyor, yani onun verili pazar ilişkilerini kırıp çemberden çıkmasını sağlıyorsa (anlık dahi olsa), onu edebiyat yapıtı olarak görüyor. Burada önemli olan sözcükse, özgürleştirme…Son yıllarda okuduğum öykü ya da romanların çoğu mevcut sistemi yeniden ve yeniden üreten metinlerdi.Okuru verili ilişkiler çemberine kapatan metinler…kurgulanmış metinlerdi…Kurguya karşı değilim elbette, ama edebiyat yapıtları salt kurgudan oluşmaz. Bu kadarını biliyorum ve ben artık, edebiyat yapıtının o buyülü dünyasına girmek istiyorum, aritmetiğinde sıkışmak değil. Beni özgürleştiren eserleri istiyorum, döne döne sisteme kapatan ve çıkış yok’u vazederek sistemi adeta dokunulmaz, ulu manitu mertebesine yükseltenleri değil. Bunları istemek benim hakkım. Ben bir okurum. Evet, Türkiyeli bir okur. İstediğimse yalnızca biraz okura saygı… doğru dürüst kitaplar okumak. Çok şey mi istiyorum şimdi? Kitap adı altında üstümüze boca edilen çöplerden bıktık, kurgu karakterlerinin bilinçaltı korku, takıntı ya da ka-ranlık fikirlerini taşımaktan yorulduk. Üstümüze üstümüze gelen kurgu içi felaketlerden, sistemi döne döne ürettiği halde ilericiymiş sanısı veren gerici kitaplardan sıkıldık. Kilit üstüne kilit vurularak şifrelenen ve okuru adeta bir şifre kinci düzeyine indirgeyen kitaplardan bıktık usandık. Yaratıcılık ve yenilik adına denenen ve ne tuhaftır ki yaratıcılık ve yenilikten hiç mi hiç nasibini almayan şeylerden sıkıldık. Şimdi neden mi bunları yazıyorum? Arka arkaya iki üç kitap okudum ve daraldım. Ben özgürleşmeye çalıştıkça onlar üstüme üstüme geldi ve adeta içerdikleri ne var ne yoksa üstüme boşalttılar. Bunlardan biri Mehmet Eroğlu’nun son romanı Kusma Kulübü. Romana geçmeden, sınıflı toplumların sosyal, siyasi ve ekonomik çelişkilerini kavramak ve gerçekliğin insanları ezen koşullarına karşı harekete geçmek için öğrrenme sürecinin gerekli olduğunu savunan Paulo Freire’den bir-iki alıntı daha yapmak istiyorum. Sapla samanı ayırmak için onlara ihtiyacımız olacak çünkü.

E Dergisi, NİSAN 2004 Buket ÖKTÜLMÜŞ