(Ç. Ülker)
“MERMER KÖŞK” ve ÜÇ ÖLÜMCÜL GÜNAH
İnsan ruhunun onulmaz çare bulunmaz üç zaafı: Kıskançlığı, para hırsı, cinsellik tutkusu.
Belki de bu yapısal özelliklerimizdir bütün anlaşmazlıklarının, tüm çatışmalarımızın, savaşlarımızın sebebi.
Din kitapları, kadim öğretiler, psikoloji, sosyoloji de bu üç zaafa karşı insanı uyarıyor ama edebiyat; insana öyle yakından bakıyor ki onu diğerlerinin hiç yaklaşamadığı bir alandan yorumluyor.
İnsanın kıskançlığı, gözünü kör eden hasedi.
İnsanın gözü hiç doymayan para hırsı.
Ve arsız ve gözü kara cinsel tutkusu…
Doğu’nun efsanelerinden Batı’nın mitolojilerine, çocuk masallarından, tiyatro metinlerine. Fuzuli’den Shakespeare’e, Dostoyevski’den Tolstoy’a, Macbeth’den Leyla ve Mecnun’a, antik çağın söylencelerinden posttruth’a, yeraltı edebiyatına, klasiklerden en modern yapıtlara…
Mehmet Eroğlu, 2017 Ocak’ında okura sunduğu romanı “Mermer Köşk”te (1) başrolü kıskançlığa veriyor ama paraya duyulan yakıcı hırs ve karşı cinse duyulan tutku da öyle açıkça sunuluyor ki bu hırslar, herhalde ancak ölünce biter diye düşündürüyor okuru. Elimdeki romanın yan kişilerinden biri “zenginlik yeryüzündeki en tehlikeli hastalık ve görüldüğü yerde yok edilmeli” diyor ama zenginlik bir salgın hastalık gibi yok edilemez elbette; çünkü tek tek her insan onu yaratmak ve çoğaltmak için vazgeçiyor insanlığından.
ZENGİNLİĞİN İLK SİMGESİ
Romana adını veren “mermer köşk” zenginliğin simgesi. Görkemli binalar; her yerde ve her dönemde paranın ilk gözdesi. Gayri menkuller, yatırımının en parlağı. İnsanın en gösterişli eve sahip olma güdüsü…
Romanın Mermer Köşk’ü, Holding sahibi Demirler ailesinin büyük maddi varlığının somut delilidir. Göz kamaştıran, gıpta ettiren, kıskançlık uyandıran bir zenginliktir bu.
Zenginliğe nasıl ulaşılır? Bu sorunun farklı yanıtları olabilir. En kolay yol, evlilik yoluyla ulaşılan zenginlik midir, işte bu tartışılabilir.
Romanın başkişisi Uğur adlı genç avukatın sınavı zenginlikledir. Uğur; zengin Ezgi ile evlenir. Alnında asla temizlenmeyecek bir lekeyle, elinde -geride bıraktığı- bir genç kadının ve bebeğin kanıyla zenginliğe ulaşır. Zengin çocuklarının gittiği seçkin okulların “parasız yatılı” öğrencisi, ezilmiş ve yoksulluğuyla hep küçümsenmiş Uğur, sadece para için olduğunu bile bile evlenmiş ve hamile sevgilisini arkasında bırakıp yürüyüvermiştir. Örselenmiş ruhunu, sınırsız parayla sağaltacağını düşünmektedir. Karısı ruhen ve bedenen özürlü ama zengin Ezgi’dir; Gelecekteki büyük çatışmanın ilk işaret fişeği atılmıştır artık. Uyumsuz evlilikler, ölümcül kıskançlıklar için, çılgınlıklar için en uygun vasattır.
Yakışıklı avukat’ın dramı başlamıştır. Bu çatışmalı durumun içinden yürek huzuruyla çıkabilecek midir, yoksa yaklaşan felaketin baş aktörü mü olacaktır.
Köşk’ün güzel prensesi Öykü’nün sınavı aşk mıdır yoksa Öykü; bedeninin isteğine ket vuramayan bir kadın mıdır tam da anlamayız. Çünkü “güzellik” ve fiziksel çekicilik hayatta olduğu gibi romanlarda da gözlerimizi kamaştırır ve göremeyiz asıl gerçeği. Yazar daha romanın ilk sayfalarında Öykü’nün hikâyesine bir ışık tutar. “aşk, sadece saflar ve budalalar için bir mutluluk arzusudur.” (sayfa 11) Gerçekten de Öykü ile Uğur’un yaşadıkları gerçek bir aşk mıdır bilemeyiz. Birlikte bir mücadele vermiş, bir sıkıntıya birlikte göğüs germiş hatta birbirlerine dikkatle bakmış bile değillerdir. Bu iki genç insanı birbirine çeken belki de sadece sağlıklı genç bedenlerinin çağrısıdır.
Bedenin çağrısı da paranın çağrısı gibidir, ona pek karşı konulamaz ve çoğu zaman bedenin seçimi “aşk” ile karışır. Nitekim; Öykü ve Uğur, insan doğasının bu onulmaz gereksinimini reddedemez. Yargılanacak bir ilişki yaşarlar. Oysaki bu iki insan artık yasa yoluyla akraba olmuştur. Aralarında bir kız kardeş vardır. Ufuktaki felaketin ikinci işaret fişeği budur.
Bedenin arzuları yazgıyı yönlendirmeye başlamışsa lanet çoktan iş başındadır.
ŞİDDETE YAKIN AKLA UZAK
Çatışma başlamış, kurgunun çatısı çoktan kurulmuştur. Bu artık sıradan bir aşk üçgeni değildir. Bu; aklın değil iştahın kışkırttığı bir karanlık kaderdir. Ne kadar gelişirse gelişsin en ileri toplumların dahi çözemediği karanlık yanımız… Cinayet de yakınlardadır artık; taciz de, tecavüz de. Bedeninin iştahına dur diyemeyenin eylemi; çocuğa, hayvana, zayıfa, yaşlıya yönelen aklın dışında olan, şiddete yakın akla uzak olan yanımız…
Ve kıskançlık… Ruhumuzun en çaresiz en yıkıcı hastalığı. Başedemediğimiz zaafımız, tedavi edilmezse aşağılık kompleksi ile ruhumuzu malul hale getiren psikolojik zaafımız.
Fiziksel handikaplar kişiliği onulmaz biçimde yaralayabilir, nitekim romanın üçüncü kişisi Ezgi; kıskançlığın vücut bulmuş hali olarak ortadadır. Nevrotik reaksiyonlarıyla ve hikâyeyi bitiren paranoid eylemiyle romanın odağındadır. Özürlü Ezgi’nin elindeki silah patlayınca ölen kim olursa olsun hastalık zafere ulaşacaktır.
Aslında hepimiz içten içe biliriz ki asıl hastalık, bedenimizin görünen eksiklikleri değildir, içimizde saklanan zaaflarımızdır. Ruhsal sakatlığın üstesinden gelemezsek kötüdür işler. Yazar Mehmet Eroğlu, başka bir roman kişisinin ağzından Ezgi’nin hastalıklı kişilik yapısını şöyle tanımlar: “… Sanatçı mı? Görünürde sanat hakkında her şeyi biliyordu ama bana sorarsanız kendine bir hayat üretecek kadar sanatkâr değildi. Kişisel yıkımını ve başına gelen felaketi, hayatının hüznünü hiçbir şeye dönüştüremedi… Talihsiz sakatlığı, acı ve yaratıcılık üretebilecekken sadece bunalım ve ruhsal çalkantı üretti. Mutlu olma isteği de dengesizdi: öcünü alır almaz iskambil kartlarından yapılmış bir kule gibi çöküverdi… Sanatçı bir kişilik icat edip içine girmek yerine, kendini bıraktı, talihsizliğine tutsak oldu.” (sayfa 490)
Altı çizilecek, kenara yazılacak bir önermedir bu. Psikolojinin, psikiyatrinin söylediğini edebiyat bir roman teması olarak okura sunmaktadır: Acıyla baş etmenin en iyi yolu onu bir şeye dönüştürmek, bir sanat eserinin içine koymak, sonra da karşısına geçip ona uzaktan bakabilmektir. Mademki sanatın kaynağı acıdır; onu dışarıya çıkarmak, ondan bir sanat eseri yapmak, felaketi bir özgünlüğe dönüştürmek talihsizliği aşmanın belki de tek yoludur.
MERMER KÖŞK’te TANIDIK TEMA
Romanın kurgusu elbette tanıdıktır. Zengin kız, fakir delikanlı, onların evliliğine izin vermeyen aile ve kötücül akrabalar… Bu konu asırlardır bütün dillerin edebiyatlarının en sevdiği temadır. Bağdat’ta 1535’de Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun mesnevisini yaratan da bu temadır, İngilizce’de 1591 de Shakespeare’in yarattığı Romeo ile Juliyet de bunun öyküsüdür. Ferhat ve Şirin de aynı temanın kavuşamayan âşıklarıdır. Üstelik Romeo sevgilisinin öldüğünü düşünerek öldürür kendini.
Mermer Köşk’ün tutkulu kadını Öykü ve yoksul delikanlısı Uğur da aynı lanetin kurbanıdır.
Bir kadın ve erkeğin arasına krallıklar, servetler, taçlar, saraylar, köşkler girince bir çatı altında, aynı yastıkta kocamaları mümkün olmamaktadır belki de. Hele de aşkları, kıskançlık uyandırıyorsa, felaket de kötülük de yakındır. Ayrılıktır ve ölümdür; yazgının işaret ettiği, edebiyatın söylediği.
ÖLÜM BAŞTAN YAZAR KADERİ…
Ölüm ve ölümün karşısında kişinin ne yaptığı… İşte edebiyatın üstünde sıklıkla çalıştığı bir başka tema. Ölüm hele de bir cinayetle gelirse kader baştan aşağı değişir. Sadece maktulün değil başka kişilerin de hayatı etkilenir cinayetten.
Mermer Köşk’ün finalinde elinde bir silahla Ezgi’yi görürüz. Silah patlar ve öykü biter. Ve yazar üç ayrı sonla sonlandırır romanı.
Değil mi ki edebiyatın temel paradigmalarından biri varsayımlar hakkında yazmaktır, bir roman niçin farklı varsayımları yazıya dökmesin.
Ezgi’nin ateşlediği silah, kimi vurmuştur?
İlk varsayım Öykü’dür… Eğer ölen Öykü’yse şimdi ne olacak, sevgilisi Uğur ne yapacaktır?
İkinci varsayım Uğur’dur… Eğer ölen Uğur’sa şimdi ne olacak, sevgilisi Öykü ne yapacaktır?
Üçüncü varsayım Ezgi’dir. Eğer ölen Ezgi’yse kardeşi ve kocası şimdi ne yapacaktır?
Mehmet Ertoğlu, bu üç olasılığı da düşünür ve farklı anlatılarla ortaya koyar. Sebep sonuç nedenselliğine dikkat ederek üç durumu da yazar. Edebiyatın sınırsız ve koşulsuz özgürlüğü bizim yine farklı pencerelerden hayata bakmamıza izin vermektedir.
Gerçek hayat mı…
Onun nasıl yaşanacağı ise hiç kimsenin bılmediği başka bir yerde yazılmaktadır.
Eroğlu, Mehmet, Mermer Köşk İletişim Yayınları, 2017