Söyleşiler

Fay Kırığı Üçlemesi

Mehmet Eroğlu

Fay Kırığı, arka planda 1993 – 2007 yılları arasında Türkiye’de yaşananların olduğu iddialı bir seri roman, bir üçleme. Romanlar tarih sırasına göre dizildiğinde önce Rojin geliyor, en son da Emine. Ancak Eroğlu’nun, kahramanları büyük ölçüde ortak olan bu üç romanı Mehmet, Emine ve Rojin olarak dizmesinin haklı bir gerekçesi olduğu su götürmez. O yüzden, tarih sırasını boşverip seriyi Eroğlu’nun tasarladığı biçimiyle okumak en doğrusu. Başka bir biçimde söylenirse, Mehmet (Fay Kırığı 1) ve Emine’de (Fay Kırığı 2) anlatılanların öncesi, bu romanlardaki kişilerin geçmişi Rojin’de (Fay Kırığı 3) sunuluyor. Eroğlu’nun yayınevi değişikliğini neden yaptığını bilmiyorum ama İletişim Yayınları’nda Çıkan Rojin’in kapak tasarımını diğerlerinden daha çok benimsediğimi söyleyebilirim.

Her üç roman da ağırlıklı olarak Mehmet’in çevresinde dönüyor. Mehmet, lise yıllarında atletizm ile ilgilenmiş dar gelirli bir ailenin çocuğu. Babası ezik, annesi çaçaron… Siyaset ile pek ilgili değil. Dürüst. Romandaki diğer karakterler insani duruşları (bencil, verici, sadist, kaypak, çıkarcı), siyasi görüşleri (sağcı, solcu), ulusal kimlikleri (Türk, Kürt) ve inançları (dindar, dinsiz) ile toplumumuzun özenle seçilmiş bir kesitini oluşturuyor. İsimlerine varıncaya dek (Mehmet’in Mehmet olması da tesadüf değil!). Dönemin tüm toplumu etkileyen büyük olayları her üç romanın da fonunu oluştururken, biz kahramanlarımızın kendi dramlarını yakından izliyoruz. Toplumumuzdaki derin çatlaklar romanda yerini buluyor :Türk/Kürt, dindar/laik, zengin/yoksul… Bu ayrımların yüzeyini biraz kazıyınca, altından bildik kişiler, tavırlar çıkıyor: İçten olanlar / avantasına bakanlar, davasına gönül verenler / çıkarı için herkesi satabilenler… Eroğlu’nu okuduktan sonra, ülkenin ayrışma konularına at gözlüğü ile bakabilmeyi sürdürmek çok zor.

Mehmet, Emine ve Rojin dışındaki karakterler de (Cenk, Altan, Prof, Yakup v.d.) özenle çizilmiş, elle tutulur kişilikler. Bunlardan biri olan Nusret’in oldukça ayrıntılı biçimde ve yalnızca bir roman karakterinin (Rojin/Zeynep) anıları aracılığıyla aktarılması ilgi çekici bir yöntem. Bu “ünlü yazar” karakteri aracılığıyla, aslında üç romana da yayılan paralel bir izlek olan “yazarlık”, derinlemesine ele alınıyor.

Üç kitabın bir ortak yanı, çoksatan kitaplar denli kolay okunur olmaları. Bu, romanların “ucuz” olmasından değil, Eroğlu’nun ustalığından kaynaklanıyor. Gene de, Rojin’in dizideki en güçlü, çarpıcı, kalıcı roman olduğu söylenebilir. Belki, Eroğlu’nun en derine indiği, önyargılarımızı sarsmayı en çok istediği roman bu olduğu için. Ben Rojin başta olmak üzere üç romandan da (yıllardır okumadığım) Andre Malraux ve Attila İlhan’ı anımsatan tadlar aldım.

Aydın olarak nitelenemeyecek, sanat ve edebiyatla pek ilgili olmayan, çoğu özelliğiyle sıradan bir vatandaş sayılabilecek Mehmet, üçlemenin ana karakteri. Bu da, romanların kolay okunurluğun örttüğü putkırıcı, önyargı sarsıcı etki için çok uygun… Hangi kamptan olursa olsun, okuyanı zenginleştirmeye aday bir yapıt var önümüzde. Ülkemizi yıllardır hem fiziksel hem ruhsal olarak ağır yaralayan süreçlere at gözlüğü ile bakmak, artık sürdürülemez…

Gönlüm bu romanların, özellikle de “insan olmak düşman olmaktan kolay…” diye biten Rojin’in çok okunmasını, başka dillere çevrilmesini ve kalıcı olmasını arzuluyor…

Teşekkürler, Mehmet Eroğlu.

Hemen her sayfasında iyi düşünülmüş, iyi söylenmiş aforizmalar bulunan bu üç kitabın ilk ikisinden yalnızca birkaç alıntı:

(Fay Kırığı Üçlemesi, 1)

“… Ama aşk ve dostluk, su ve yağa benziyor. Karışmıyor, biri hep üste çıkıyor.” s. 216

“Bence savaş, doğru ve haklı olanı yapmaktan çok, gerekeni yapmak. Çünkü haklılık çok geçmeden yerini vahşete bırakıyor.” s. 218

“…Öykü sadece gerçeklerle anlatılamaz. Neden mi? Çünkü gerçeğin olduğu yerde hayal ve düş barınamaz da ondan.” s. 219

“Hem günümüzde demokrasiyi beslemek, diktatör beslemekten daha ucuz ve görünürde daha ahlaki…” s. 241

(Fay Kırığı Üçlemesi, 2)

“Umut ya hayatımızdaki ya da yüreğimizdeki boşluğu doldurmak için vardır.” s. 112

“En büyük eseri insanlara bakınca, Tanrı’ya inanmak zordur”. s113

“İnsan aşık olduğunda, tıpkı korktuğunda yaptığı gibi, anlamak yerine inanmayı seçiyor…” s. 217

“… öfkeliysek, kuşku yeterli kanıttır…” s. 244

“Gururumuz yaralandığında, tamiri için bizi en çok sevene gideriz”. s. 295

“Görebiliyordu: Budalalıkla kötülük arasındaki en büyük fark, inançtı. Budalalar söylediklerine inanıyorlardı, kötülerse inanmış görünüyorlardı”. s. 471

Bülent Celasun’s Blog, 25 Kasım , 2015

Yazının orijinali için tıklayınız.