Söyleşiler

Eleştiri günlüğü
İstanbul, 7 Mayıs 1984

Bir Roman Olayı: “Issızlığın Ortasında”

Uzun bir aradan sonra Eleştiri Günlüğü’ne “Issızlığın Ortasında” ile başlamak, benim için gerçek bir mutluluk.

Gene büyük bir “ilk roman başarısı”. Üstelik bunun bir rastlantı olmadığı hemen belli oluyor: Mehmet Eroğlu, romanı bilen, yazdığını bilinçle yazan, hiçbir şeyi rastlantıya bırakmayan, bir romancı. Şaşırtıcı bir kurgu ustalığı var Issızlığın Ortasında’da. Mehmet Eroğlu, polis romanlarında da gördüğümüz bir tekniği şaşırtıcı bir ustalıkla kullanıyor; olay örgüsü, son derece başarıyla düzenlenmiş. Sonuç: Romanı soluk soluğa okuyorsunuz. (Ben romanı bitirdiğimde gün ışımaya başlamıştı.)

Romanın kurgu ve yapı olduğunu çok iyi bilen Mehmet Eroğlu, ayrıca, Türk romanlarında çok az bulabildiğimiz bir şeyi, Issızlığın Ortasında’da bize bol bol sunuyor: Buna, en beylik deyişle, “İnsan ruhunun derinliklerine nüfuz etmek” diyebilirim. Bunun için olsa gerek, romanı bitirdikten sonra Nâzım Hikmet’in çok sevdiğim bir şiirindeki bir dize dilimden düşmez oldu: “İnsan yüreklerine dokundu bu elleri.” Mehmet Eroğlu, insan yüreğine dokunmasını bilen bir romancı.]

Mehmet Eroğlu, “12 Mart dönemine” çok açılı bir bakışla ve 12 Mart dönemi romanlarında görmediğimiz yeni roman kişileriyle yaklaşıyor; bunun için romanını, Mart 1976- Mayıs 1977 arasında, olayların (ya da acıların) daha dumanı tüterken yazdığı halde, olayları ve kişileri romanlarımızda pek rastlayamadığımız bir nesnellikle, eleştirel bir görüşle değerlendirebiliyor; “devrimci gençler” yok, genç “insanlar” var Issızlığın Ortasında’da; insan olmanın bütün karmaşıklığıyla. Bu romanı elbette herkesin okumasını isterim, ama en çok üniversiteli gençlerin okumasını isterim; roman olarak da okuyabilirler, bir dönemin ve bir tutumun tartışması olarak da. Ölümüne işkenceye dayanan, tek sözcük konuşmayan yiğit Ali’nin, “Ölüme kolayca rastlanabilecek bir yerde ben olmalıydım” (s.107) demesinin, Eren’in, hüküm günü  “Beni neden asmadınız” diye bağırmasının (s.103), Ayhan’ın “Neden ölmedim” diye kendi kendine sormasının (s.103) üzerine üniversiteli gençlerin uzun uzun düşünmelerini isterdim.

İnancını da, geçmişini de yitirmiş 26 yaşında bir Ayhan; bunlar yetmiyormuş gibi bir de savaşa katılmış bu Ayhan, istemeye istemeye insan öldürmüş, insanların ölümüne neden olmuş. Mehmet Eroğlu, Ayhan aracılığıyla, çalkantılı bir dönemi, bu dönemin genç insanlarını anlatıyor.

“Bir erkek, kendisine ancak bir kadınla başlar tekrar. Ya da savaşla, devrimle.” Diyordu Paul Nizan, Fesat’ta; savaşı da, devrimi de yitiren Ayhan, adam öldürmenin yükü altında ezilen Ayhan, bunların sonucu olarak sürekli intihar düşüncesi içinde yaşayan Ayhan (Bir intihar girişimi var!), kurtuluşunu “kadın” da arar. Ama bu son umudunu da yitirir. Niçin yürütemez Ayhan, kadın ilişkisini? Niçin kadınlarla savaşır gibi sevişir? Ayhan-Zafer ilişkisi sadece bir dostluk ilişkisi midir? Yoksa Selim İleri’nin deyimiyle “aşkla arkadaşlık” mı? Ayhan’ı soru yağmuruna tutan Doktor da şüpheleniyor bundan; Zafer’le Nâlân’ın sevişmelerini konuşurlarken Doktor’un “Zafer’in yerinde olmak istemez miydin? Belki de sen sevişmek isterdin?”  sorusuna Ayhan’ın “Hayır.” Cevabını vermesi üzerine Doktor açıkça sorar: “Peki, o yatakta kimin yerinde olmak isterdin?”; Ayhan, doktorun sorusundaki merakı gülünç buluyor ve cevabı: “Düşündüğünüz gibi değil.” (s.122) oluyor…

Ayhan’ın Papaz’la ilişkileri ve Papaz’ın bir yanlış anlama sonucu intiharı… Ne ustaca anlatır bu oluşumu Mehmet Eroğlu. Papaz’ın intiharı karşısında Ayhan’ın durumu, bana, Kemal Tahir’in Kurt Kanunu’ndaki Emin Bey’in halini anımsattı: “Çocukluk arkadaşının (Kara Kemal.-FN) kendisini ele vereceğinden şüphelenip şüphelenmediğini öğrenmeden artık, yaşayamayacağına inanmıştı. Aklından böyle bir şüphe geçirdiği kesinleşince de… Yaşamak…mümkün olmayacaktı galiba…” (Birinci baskı, s.376). Emin Bey, talihlidir: Gerçeği öğrenerek rahatlar. Ama Ayhan için yoktur böyle bir olanak: “Ertesi gün o köyden ayrıldım ve öğlene doğru kurşunu kafama sıktım.” (s.346)

Halit, Ali, Zafer, Fazıl birtakım soruları kişiliklerinde somutlaştırmış kişiler.

Mehmet Eroğlu, erkek kişilerinde ulaştığı başarıya kadın kişilerinde ulaşamıyor, bence; bir yapaylık var Mehmet Eroğlu’nun kadınlarında. Michelangelo Antonioni’nin bir sözü vardır: “İnsan başkalarını tanımlamaya çalışırken bunu kendi kişiliğinin içinden yapar. ” Buna Orhan Pamuk’un (Mehmet Eroğlu’nun Milliyet Roman Yarışması ödül ortağı) Yeni Gündem’in ilk sayısında Fatih Özgüven’e verdiği bir cevabı eklemek istiyorum: “… Yani gerçekten dürüstçe kadın bilinci akıtabilecek kadar kadınların yerine koyamıyorum kendimi.” Mehmet Eroğlu’nun Ferda’sı epey yapay geldi bana; Ferda-Ayhan ilişkisi, bu ilişkinin içindeki konuşmalar, romanın hep “sahihlik” duygusu uyandıran genel havasına aykırı düşüyor.

Türkçe’yi çok iyi kullanıyor Mehmet Eroğlu. Zaman zaman “güzel yazma” kaygısına yenilmesi romanı için zararlı. Bir örnek: “O gözler, içimdeki gece karanlığını temizleyip gökyüzünün maviliğine yükseltecek beni.”(s.179) İnsana Atillâ İlhan’ın “imge”lerini anımsatıyor!

Mehmet Eroğlu da, belli, benim gibi çok seviyor Dostoyevski’yi. Kimi sayfalarda bir Dostoyevski havasını buluyoruz. Örnekse, Ayhan’ın Fazıl’ın karısına davranışını okurken (s.312) Dimitriy’le Katerina İvanovna’yı anımsamamak elde değil.

Romanın 118. sayfasında şöyle bir tümce var: “Zafer ve Ali birer ölü, sen, ben, bizlerse geç kalmış ölüler.” (Altını ben çizdim.-FN) Romanın arka kapağında, “Mehmet Eroğlu’nun, bu romanın devamı sayılabilecek Geç Kalmış Ölü adlı ikinci romanı da yakında Can Yayınları arasında yayımlanacaktır” deniyor. Mehmet Eroğlu’nun o romanını sabırsızlıkla bekliyorum.

Herkes okumalı bu romanı. Genci de, yaşlısı da. Bence, bir olay-romandır Issızlığın Ortasında. Türk romanının yeni kazancı, taze kanı Mehmet Eroğlu’yu yürekten kutlarım.

GÖSTERİ /SANAT –EDEBİYAT DERGİSİ TARİH           : HAZİRAN 1984 SAYI              : 43 SAYFA          : 6 YAZAN         : FETHİ NACİ