Söyleşiler

Bir Oluşum Romanı

80 sonrasında art arda yayımlanan romanları ile parlayan Mehmet Eroğlu, 1993’ten sonra edebiyat dünyasından sessizce çekilivermişti. 68 kuşağı devrimcilerinin savrulup giden hayatlarına ilişkin hikâyeleri nedeniyle edebiyattan çok politik meseleler etrafında tartışılmıştı Eroğlu’nun anlattıkları metinlerdeki intihar, kahramanlık, ihanet gibi motifler de yine siyaseten sevilmiş ya da reddedilmişlerdi. Bu ilk dönem çalışmaları bir başka açıdan daha dikkate değerdi belki de; romanlarındaki “devrimci örgüt”ün yerine “Mafya”yı koyduğumuzda, olayların yerini ve zamanını değiştirdiğimizde, esaslı birer “kara” çıkıyordu karşımıza. Çünkü kahramanlarının siyasi duruşları, etnik kimlikleri, yaşadıkları zaman dilimi yönlendirmiyordu olup bitenleri. Roman kişileri, yaşamları kayıp bir şahıs etrafında kesişen ve davranışları fedakârlık, ihanet, şiddet, aşk ve şehvet dürtüleri ile belirlenen, ölmeye/öldürmeye yakın insan tipleriydi. Özetle söylemek gerekirse, Eroğlu’nun ilk dönem romanları barındırdıkları gerilimli ve esrarlı atmosferleriyle politikadan çok polisiyeye yakın duruyorlardı…

Mehmet Eroğlu, 2000 yılında, 80 sonrasının siyasi ve kültürel iklimine sert eleştiriler yönelttiği Yüz:1981 ile geri döndü edebiyat dünyasına. Ne var ki, 80 sonrasının nimetlerinden yararlanıp rantiye bir hayat süren bu yeni Eroğlu kahramanının bakış açısı ile anlatılan hikâyedeki simgeler, 70’lerden 80’lere uzanan dönemin siyasi, ekonomik ve toplumsal ilişkilerinin taşıyıcılığını üstlenirken biraz şematiktiler. Yüz:1981’e ilişkin bir düş kırıklığından söz edebilirim kendi hesabıma… Zamanın Manzarası ‘nda bambaşka bir Mehmet Eroğlu çıkıyor karşımıza. Gerilim, şiddet, aşk, cinsellik yine var, ancak bu kez siyasi ve toplumsal geri planı çok iyi oturtmuş metnine; kişiler, olaylar, mekânlar Türkiye’nin son yirmi yıllık acılı tarihiyle birlikte canlanıyorlar. Romanın üç zamana –geçmişe, şimdiye ve geleceğe- yayılan kurgusu da okuyucunun merak duygularını sürekli teyakkuz halinde tutuyor.

Zamanın Manzarası ’nın başarısında anlatım özelliklerinin, -insan duygularına eşlik eden- doğa ve mekan tasvirlerinin büyük payı var: Geçmiş zamanda öfke ve şiddetle dağları arasında kurulan ilişki, şimdiki zamana geçildiğinde kent ve çatışma çiftine, gelecek zamanda ise sahil kasabasındaki dinginlikle ölümün birlikteliğine dönüşmüş. Sonda, Elif’in ölmeye yattığı “koyda kimse yok. Kış boyunca dalgaların dipten kopararak karaya yığdığı –rengi yeşilden kahverengiye dönüşmüş- yosun öbekleriyle sürekliliği bölünen uzun kumsal, güneşin altında gümüş bir kemer gibi yanıyor. Plajın yukarıdan görülmeyen, tepeye yakın tarafında, içende dört beş tembel sandalın pineklediği bir balıkçı barınağı var. Garip, bu insan yapısı küçük liman iki yanı tepelerle kuşatılmış koyun ıssızlığını azaltmıyor, aksine terk edilmişliğini vurguluyor” diyor Mehmet Eroğlu.

Mekânlar, sınıfsal ve toplumsal farklılıkların vurgulanması için özellikle ayrıntılı biçimde resmedilmişler. Yoksul mahallelerinden çıkıp zengin muhitlerinde dolaşan Barış’ın sınıfsal bir bakışı yok aslında, ancak Barış’ın insani reflekslerle aldığı tavırlar, bu toplumda ahlaki seçimlerin bile sınıfsal çatışmalara dönüşebileceğini kanıtlıyor. Zenginlik imgeleri Barış’ın merceğinden kırılarak şu cümlelerle yansımış romana:

Binalarla bahçeyi, daha doğrusu oluşturdukları uyumu yeniden kavrayınca yine şaşırdım. Şaşkınlığımın nedeni, varlığı çevredeki her noktada fark edilen seçkinlik değildi. Şaşkınlığım bu soluk kesen zenginliğin, daha bir saat önce içinde soluk alıp verdiğim yoksullukla çatışmamasından, hiç öfke yaratmamasından kaynaklanıyordu. Akıllı, düşman edinmeyen bir zenginlikle karşıkarşı yaydım.

Oysa öte yanda insanların ölmeye yattığı yoksul mahallelere uzanır ve ister istemez bir çelişki içine düşecektir kahramanımız.

Zamanın Manzarası için bir oluşum romanı diyebiliriz belki de. Dağlardan ellerinden –ve kendinden-iğrenerek inen Barış’ın zihinsel ve duygusal gelişimine tanık oluyoruz çünkü. O her an teneffüs edilen şiddet atmosferinin, acının, çaresizliğin olgunlaştırdığı kişiliği ile ilerler trajik sonuna doğru. Bizler de, çoğumuzun hiç bakmadığı, kimimizin bakmak istemediği, kalanlarınsa arkasını döndüğü anaların, babaların gözlerine sabitlenir kalırız Barış’la birlikte; o gözler ki, ölümün kokusunun buram buram tüttüğü o evlerin kapısında bekleyen, acının dilini konuşan sessiz, çaresiz gözlerdir: “[İ]çinde sorular yüzerken iç yaşamının sınırlarını aşmaya çalışmayan, tutkusuz, oruca inanmayan, tutanlara saygı duyup duymamak konusunda henüz bir karar verememiş, veremediğinden çaresizliğe teslim olmuş, ama insan olmanın suçlu olmak anlamına geldiğini kavramış gözler.”

Edebi özelliklerinin, anlatım zenginliğinin çok azına değinebildiğim ve üzerinde durulacak daha pek çok siyasi, toplumsal ve insani yan temalar da barındıran Zamanın Manzarası, bu yılın en iyi romanlarından bir tanesi.

VİRGÜL/AYLIK KİTAP VE ELEŞTİRİ DERGİSİ TARİH : KASIM 2002 SAYI : 56 SAYFA : 71-72