Söyleşiler

“Düş Kırgınları” çok hüzünlü bir aşk öyküsü çevresinde gelişen olayları anlatıyor. Mehmet Eroğlu’nun romanlarından tanıdığımız yan temalar burada da var ama Eroğlu’nun kalemi hiç olmadığı kadar alaycı ve trajikomik.

Mehmet Eroğlu’nun “Yarım Kalan Yürüyüş” bugüne kadar yazdığı kitaplar içinde en sevdiğimdi fakat öyle görünüyor ki, yeni romanı “Düş Kırgınları” bu yeri kaptı. Yazarın bir önceki romanı “Kusma Kulübü”nün yarattığı sakınca da yeni kitabın daha ilk sayfalarında hemen silindi. “Düş Kırgınları” çok hüzünlü bir aşk öyküsü çevresinde gelişen olayları anlatıyor. Mehmet Eroğlu’nun romanlarından tanıdığımız yan temalar burada da var ama Eroğlu’nun kalemi hiç olmadığı kadar alaycı ve trajikomik. Romanın başlığındaki düş kırgınları, öykünün merkezindeki orta yaşlı iki erkeği tanımlıyor. Her ikisinin yaşam öyküsü acı ve hüzün dolu ama bir araya geldiklerinde bu acı, suçluluk duyguları ile katlanarak artıyor. Yıllar öncesine dayanan dostlukları sayesinde artık acılarının da bütünleştiği hemen romanın başlarında hissediliyor. Her ikisi de yoğun bir kendine acımayla konuşuyorlar fakat bu duyguları ben merkezci değil, kendilerine acımaları sanki bütünleşmiş benliklerine ve hatta kaybolmuş nesillerine acımaya kadar dayanıyor. Bunlardan biri “Devrim yapamadık, iyi âşıklar olamadık. Kadınları gerektiği gibi sevemedik” sözleriyle bunu çok iyi dile getiriyor.

İKİ AŞK ÖYKÜSÜ

Roman farklı zaman dilimlerinde roman kahramanlarının hayatlarından kesitler veriyor. En yakın dönemde, roman kahramanlarından birinin teklifsizce gelip yazara kitap sipariş etmesiyle başlıyor. Bu tarihe tekrar ancak öykünün sonunda, epilog bölümünde dönülüyor, baştaki ve sondaki bu bölümler bir çeşit ana çerçeve görevi görüyorlar.Bu dış çerçeve içindeki öykü ise iki farklı zaman dilimi üzerine kurulmuş. Roman kahramanı, Kuzey, birinci tekil şahısta 2003 yılının yaz aylarında oteline kalmaya gelen genç, güzel ve varlıklı iki kızı anlatarak başlıyor. Belinden kurşun yiyerek sakatlanmış en yakın dostu ile birlikte işlettiği otelde işlerin kötü gittiği, hatta yaşamların da hiç iyiye gitmediği izlenimini romanın erken sayfalarında ediniyoruz. Genç müşterilerin gelişi ile Kuzey beş yıl öncesini hatırlamaya başlıyor; bazen duyduğu bir sözcük, bazen de sevgilisini anımsatan bir detay sayesinde anıları tazeleniyor. İlk başlarda varlıklı oldukları için tepkili davrandığı kızların özellikle birine zamanla alışmaya başlıyor. Genç kızın karşılığında hiçbir şey beklemeyen sevgisini anlayamayacak kadar bugünden kopuk, geçmişte yaşıyor. Dünya ile arasındaki sisin iyice yoğunlaşmasına neden olan bir başka etken de alkol bağımlılığı.Mehmet Eroğlu 1998 ile 2003 yıllarındaki öyküleri ustaca birleştirmiş. Romanın yapısındaki geri dönüşler, insan zihninin işleyişini taklit ediyor. Bir havlama sesinin anıları çağrıştırması gibi, her seferinde bugün yaşadıkları onu geçmişe götürüyor. Bugün içinde yaşar gibi görünse de aslında zihni başka bir yıla, başka bir kadına takılı kalmış. Çevresinde yeniden genç ve güzel bir kadının olması bir anlamda duygularının canlanmasına neden oluyor ama bunlar ne yeni duygular ne de yanındaki kadına karşı hissedilenler, sadece anıları tazeleyen duygular.

TRAJİKOMEDİ

Bu romandaki hoşluklardan biri, alkol bağımlılığı, sakatlık, ölüm gibi ağır ve karanlık temaları ele aldığı halde okuru güldürebiliyor. O denli ironi ile yazılmış ki, romanın yarısından fazlası coşkulu bir alaycılıkla okunuyor; son bölümlerde dramatik etki arttıkça ton da değişiyor ama bu satırlara gelene kadar roman kahramanı iki erkeğin kendileriyle alay edebilmeleri öyküyü hep fazla ağırlaşmaktan kurtarıyor. Eroğlu’nun erkek kahramanları yaralı yırtıcı hayvanlara benzerler: Fazla dövüşmüş, fazla yorgun ama çevresine saldırmayı sürdüren tipler. Kuzey de bu genel tanıma uyuyor. Aklından çok duygularıyla hareket eden, koruma güdüsü gelişmiş, şövalyeliği kimseye bırakmayan ve sonunda hep yalnız kalan biri.

BETİMLEMELER

Romandaki doğa betimlemeleri özellikle çok dikkat çekiyor. Eroğlu kaya parçalarını, koyları, denizi, böcekleri, ağaçları erotik benzetmelerle görselleştiriyor. “Çiftleşmeye hazırlanan bir ayıbalığı gibi sırtını kabartmış Büyük Ada.” (s. 14) “Pusuya yatmış bir timsahı andıran adanın…” (s. 16) “…gümüş bir dile dönüşmüş” (s. 13) Ayrıca ilk kez karşılaştığı kadınları da hep parıltılarının yoğunluğu ya da kokuları ile tanıtıyor: “Çiftleşme çağrısı yaparken etrafa fosfor yayan yakamozları hatırlatan ışıltılı kadın…” Nesne ya da kişilerin dış çizgilerini bu denli benzetmelerle anlatması, formları bir sinema ekranında izler gibi görsellik kazanıyor. Romanda çok fazla sayıda karakter kullanmadığı için, farklı zaman dilimlerinde ortaya çıkan kişiler hakkında bilgi verilmediğinde bile onları kolaylıkla tanıyabiliyoruz. Örneğin, “Henüz yerleşmemiş, hatlarını kalınlaştırmamış eğreti birkaç kilo göze çarpıyordu” sözlerini çok aralara sıkıştırmış yazar, aslında romanın ilk sayfalarında sonunu anlamamızı sağlayacak bilgiler veriyor bu tümceyle ama onlar öylesine iyi gizlenmişler ki, her okurun gözünden kaçabilirler. Leos Carax’ın “Köprüüstü Âşıkları” (Les Amants du Pont-Neuf) filminin bir sahnesinde, terk edilen erkek, “Bunu bana kimse unutturamayacak” sözlerini söyleyerek bir eline tabanca alıp diğer eline ateş ediyordu. Bu çok etkileyici sahnede, yaşadığı acının fiziksel olarak görünmesi ihtiyacını duyuyordu. İz kalmalıydı. Düş kırgınlarında da sadece işkencenin, kavgaların vücutta bıraktığı izler değil, aşkların da izleri (hatta yaraları) kalıcı. Romanda eleştireceğim şeylerden biri, tüm karakterlerin anlatılarını birinci tekil şahısta yazmış olmaları. Giriş ve son bölümler dışında Kuzey’in hayatının anlatıldığı bölümler (kuşkusuz günlükler değil) bence masalsı havayı daha iyi vermek için yazarın ağzından anlatılmalıydı. Tüm öyküdeki destanlar, kahramanlıklar, balık tanrısı karakteri, tabur defteri gibi öykünün olağandışına taştığı noktalar daha görkemli olabilirdi. Eroğlu’nun edebiyat eserlerine yaptığı göndermelerin sözünü etmeden geçemeyeceğim. Joseph Conrad, Afrika özlemi, köpeğin mezarı başında geçen kısa anda Hamlet ile Yorick’i düşündürmesi hepsi romana derinlik katan unsurlar olmuş.

Cumhuriyet Kitap Eki Eylül 2005 ASUMAN KAFAOĞLU – BÜKE